Sakın feministlerle evlenmeyin!
Başlık yanıltmasın. Kadın hakları ayrı şey, “kadın-erkek eşitliğini” ve “özgürlüğünü” iddia etmek başka şeydir. Sosyalizm gibi onlarca çeşidi olan feminizm, temelde “kadın-erkek eşitliği” ile kadının cinsi dahil, ‘ekonomik özgürlüğünü’ savunan fasit bir düşüncedir. Bunun aileye yansıması şöyle: “Eşitiz, öyle ise aynı işleri yapabiliriz, aynı davranışları sergileyebiliriz, aynı rolleri oynayabiliriz!” Bu feleğin ve fıtratın ters dönmesi değil mi? Birbuçuk asırdır bunun mücadelesini vererek, insanları kavgadan kavgaya, çatışmadan çatışmaya, şekavetten şekavete sürükleyerek perişan etmiş. Halen de mideleri bulandırıp, aile huzurunu bozuyor, mutluluğunu gölgeliyor. Neden?
Zira, “eşitlik” fıtrata aykırıdır. İnsan, fıtrî olmayan şeyi reddeder. Güzellik ve lezzet eşitlikte değil, farklılıkta, eşitsizliktedir! Eğer maddî, bedenî eşitlik olsa, anne-baba, çoluk-çocuk, akraba, konu komşu, hakim mahkûm biribirine karışırdı!
Keza, atom, elektron, nötron, foton olmamalıydı. Hücre, uzuv, organ ve beden meydana gelmezdi. Dünya, yalnız toprak, su, bitki olsaydı, bu eşitlikten hiçbir güzellik çıkmazdı. Yine, harfler eşit olsaydı, hiçbir anlam çıkmazdı. Bütün harfler “A” gibi kalın uzun, “I” gibi zarif, “O” gibi tombul olsaydı, hiçbir anlam ifade etmezlerdi. Hatta, duygusal eşitlik de imkânsızdır. Herkesi aynı boy, aynı seviye, aynı güzelliğe getirirseniz, hayatın bir anlamı kalmaz.
Üç kardeşe yüzer milyar lira sermaye verirseniz, bir günde bu eşitliği bozarlar!
İnancımız ve kültürümüzde, kadın ile erkeğin insanlık değeri, hukuk, dinî emir ve yasaklar karşısında hiçbir farkı yok, eşittir. Eşitsizlik, biyolojik, psikolojik, fizyolojik ve maddî cephelerdedir ki, bu noktada erkekler bile biribirine eşit değil! Nerede kaldı ki, kadın-erkek eşitliği olsun!
“Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık...”1, “Erkekler çalışma ve emeklerinin karşılığını alacaklar, kadınlar da çalışma ve emeklerinin karşılığını göreceklerdir.”2 İslâma göre kadın ve erkek aynı gâye ve hikmet için yaratılmış, aynı cevher ve ruhu taşımaktadır. Aynı emir ve nehiylere muhatap kılınmışlardır.
“Ey insanlar sizi tek bir nefisten yaratan Allah’ı tanıyın”3 hitab-ı İlâhîsi bunun yalnızca bir delili. Zariyat Sûresi’nin 56. âyetinde, “Allah’ı tanımak ve O’na ibâdet etmek”, En’am Sûresi’nin 156. âyetine göre de, Allah’ı tanımak ve yeryüzünü mamur etmek üzere her iki cinsin de dünyaya gönderildiği beyan edilir. Kur’ân’ın emir ve nehiylerine her iki cins de eşit şekilde muhataptır. “Zekât veren erkekler, zekât veren kadınlar, salih amel işleyen erkekler, salih amel işleyen kadınlar...” buyurularak bunlar ayrı ayrı sıralanır. Kadınlar da, istedikleri din ve mezhebe girme, düşünce, eğitim, ticâret gibi her türlü hakka sahiptirler. Ancak, bu hakları bir anlaşma olan “nikâh akdine” aykırı bir tarzda kullanamazlar. Ki, bu hukukun da bir gereğidir.
Keza, kadın; âlim, fakîh, zabıta, müftü ve bazı mezheplere göre hâkim de olabilir. Yalnız, hâkim olan kadınlar, ağır ceza, yani had ve idâm cezalarına bakamaz. Bu da onların, erkeklere nazaran çok daha nâzik, zayıf, hisli ve şefkatli yaratılmaları sebebiyledir. Evet, o şefkattir ki, bugün insanlık nesli devam ediyor. Ama, o şefkat, fıtratlarına ters bir kısım adalet ve idârecilik gibi yerlerde kullanılırsa, kargaşalıkların ortaya çıkması önlenemez.
Sonu şöyle bağlayabiliriz: Eğer, siz veya evleneceğiniz kişi “Maddî ve psiko-biyolojik yönlerden de eşitiz” diye inanıyorsanız; bu inancınızı tashih edene kadar sakın evlenmeyin! Çünkü, eşler arasındaki kavgaların önemli bir bölümü, “kadın-erkek eşitliği” gibi bu çarpık anlayıştan —daha doğrusu anlayışsızlıktan—kaynaklanır.
Dipnotlar:
1- Kur’ân, Hucurat, 13.; 2- Age., Nisâ, 32. 3- Kur’ân, Nisa, 1.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.