“Türkçe Ezan” meselesi
15 Haziran (622) ezanın Bilal-ı Habeşi tarafından okunmasının, 17 Haziran (1950) ise, 18 sene süren bir hasretten sonra Türkiye’nin yeniden “Ezan-ı Muhammedi”ye kavuşmasının yıldönümüdür…
Bu münasebetle sütunumuzu “ezan” mevzuuna tahsis edeceğiz.
Ezan, ibadete yapılan bir çağrı olarak, Hz. Peygamber (sav) zamanından beri tüm İslâm ülkelerinde Arapça okunmuştur. O günden bugüne değişik toplumlarda değişik makamlar kullanılsa da, dilinde herhangi bir değişiklik olmamıştır. Bu açıdan, ezanın "şeair-i İslâmiye"den (İslâmi alamet) olma özelliğini koruması, asli şekliyle okunmasına bağlıdır. Türkiye’de 1932 yılı Ocağında işte bu süreç kesilmiştir. Zaten Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren başlayan reform tartışmaları içerisinde en önemli konuyu ezan teşkil etmiştir. Nihayet 1932’de Türkçeleştirilmiştir.
Bu noktaya pek tabii olarak adım adım gelinmiştir…
Ziya Gökalp'ın, "Bir ülke ki, camiinde Türkçe ezan okunur/ Köylü anlar manasını namazdaki duanın/ Bir ülke ki, mektebinde Türkçe Kur'an okunur/ Küçük büyük herkes bilir buyruğunu Hüda'nın/ Ey Türkoğlu, işte senin orasıdır vatanın!" dizelerinde hasreti çekilen “dinde reform”un önemli bir adımı, 1928 yılında atılmıştır. Gelin sürece bakalım…
Önce İlahiyat Fakültesi öncülüğünde (ki fakülte 1932’de kapatılacaktır) “İslâmde reform ve modernleşme” sorununu incelemek ve üniversite kanalıyla MEB'e tekliflerde bulunmak üzere bir komisyonun kurulması kararlaştırılır. Komisyon tarihçi, ilahiyatçı, psikoloji ve mantık profesörlerinden oluşmuştur. Komisyon çalışmalarını tamamlar ve özet olarak şu tavsiyelerde bulunur:
1- Oturacak sıraları, gardıropları olan temiz, düzenli camilere ihtiyaç vardır. Halk buralara temiz ayakkabıları ile girecektir.
2- Bütün dua ve hutbeler Arapça değil, ulusal dilde (Türkçe) olmalıdır. Camilerin iyi yetişmiş müzisyene ve müzik aletlerine ihtiyacı vardır. Modern ve kutsal enstrümantal müzik ihtiyacı acildir.
3- Basılı hutbe dizileri yerine, felsefe eğitimli vaizlerin yetkisinde dini rehberliğe geçilmelidir. (Bernard Lewis, Modern Türkiye'nin Doğuşu, s. 409-411.)
Yukarıdaki tavsiyelere ön ayak olan İlahiyat Fakültesine ilgi gittikçe azalarak, öğrenci sayısı 284'den 20'ye düşmüş, imam-hatip okullarıyla birlikte 1932'de kapanmıştır.
Camileri, kiliseleştirmeyi amaçlayan tavsiyelerden sadece Türkçe ezan kısmı uygulanır. Bu doğrultuda, 1932 yılından itibaren (Diyanet İşleri Başkanlığının talimatıyla) Arapça ezan okuma yasağı getirilir, 1939 yılından itibaren de bu kanuna uymayanlara para ve hapis cezası uygulanmaya başlanır. 1941’de ise ezanı aslı gibi okuyanlara üç aya kadar hapis ile 200 lira para cezası öngörülür.
“Ezan-ı Muhammedi” yasağı yaklaşık 18 yıl sürer. 14 Mayıs 1950'de iktidara gelen Demokrat Parti'nin ilk icraatlarından biri olarak da 17 Haziran 1950’de sona erdirilir.
Daha önceleri Tokat milletvekili Ahmet Gürkan (31 Mayıs 1950) ve Kayseri milletvekili İsmail Berkok Paşa ile 13 arkadaşı tarafından (2 Haziran 1950) ezanın aslına çevrilmesi hususunda iki teklif Meclise verilmiş bulunmakla beraber, Başbakan Adnan Menderes'in basında çıkan mülakatından (5.6.1950, Zafer Gazetesi) sonra çalışmalar hızlandırılır. Söz konusu mülakatta Adnan Menderes şu açıklamayı yapmıştır: "... umumî âdaba ve âmme nizamına hiçbir aykırılık göstermeyen ezan meselesinde memnu'iyetin devamı lâiklik prensibini menfi cihetten zedelemek mânasını tazammun eder. Tekrar edelim ki, irticaa, taassuba, geriliğe karşı mücadeleyi ancak prensiplere sıkı sıkıya bağlı kalmakla mümkün görüyoruz. ... Hükümet olarak ezan meselesi hakkında görüşümüz bundan ibarettir." (Zafer Gz., 5.6.1950.)
Zamanın gazetelerinde yer alan haber ve yorumlarda, hiç beklenmedik bir zamanda yapılan bu açıklamanın muhalefet partisi (CHP) tarafından hoş karşılanmadığı ve Atatürk İnkılâbını zedeleyeceği ifade edilerek halk arasında da müsbet ve menfi tesir meydana getirdiği kaydedilir.
Yeni Sabah'ta; "Menderes Kabinesinin almak istediği bu kararda inkılabımıza karşı bir hürmetsizlik olmadığı gibi bunu takiben bazı buna benzer hallerin de tevali edeceği yolunda bir şey düşünmek çok yanlış olur. Bu kararın alınmasının en büyük âmili, Arapça ezan meselesinin hemen bütün köylerde, köylüler arasında husumet yarattığı ve onları birbirine düşürdüğü..." ifadelerine yer verilerek karara olumlu yaklaşılır. (Yeni Sabah, 6.6.1950) Aynı gazete, ertesi gün, Ankara Üniversitesi'nden 150 talebenin, Başbakan'a çektikleri telgrafı yayınlar: "Ezanın serbestisi mevzuunda verdiğiniz beyanatı derin bir memnuniyetle okuduk. Laikliğin bütün icapları ile tatbiki hususundaki kararınızı ve serbest din, serbest devlet düsturunu teyid etmek zımnında gösterdiğiniz âsilane cesareti, bütün kalbimizle tasvip ediyoruz." (Yeni Sabah, 7.6.1950)
Okuyucularına ilk sayfadan haberi veren bir başka gazete de CHP'nin yayın organı olan Ulus Gazetesi'dir. Gazetede, gençlerin ve münevverlerin alınan karardan hoşnut olmadıkları belirtilerek; "... umumiyetle gençler ve münevverler, Atatürk'ün inkılap yapısında bir gedik mevzubahis olduğunu belirterek teessürlerini ifade etmekte ve birçokları da işin bu kadarla kalıp kalmayacağını sormaktadır. DP'nin seçim beyannamesinde ezan hakkında bir vaad olmadığı halde yeni iktidarın bu tedbiri almak zaruretini duyması, bu parti propagandacılarına atfedilen birçok vaadler gibi bunun da parti ileri gelenlerinin malumatı tahtında seçmenlerin kulağına fısıldadığı kanaatini birçok kimselerde uyandırmıştır," ifadelerinden sonra "...ezanın Arapça okunması kararından memnun kalan grubun 70-80 kişi olduğu haber verilmektedir. Buna karşılık DP milletvekillerinden münevver ve genç kalabalık bir grubun Cumhuriyeti ve İnkılabı Türk gençliğine emanet için Atatürk'ün söylediği sözleri hatırlayarak eza duydukları da öğrenilmiştir." Şeklinde bir yoruma yer verilir. (Ulus, 6.6.1950).
Ötesi yarına inşallah.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.