Alimler ve Kitaplar
Biz mantıktaki önermelerden sonuçlara, kıyasta illet birliğinden benzer hükümlere gittiğimiz gibi, bazı görüntülerden bazı sonuçlar çıkarırız ve genellikle de yanılmayız. Tabii olanı da budur zaten.
Mesela bir adamın evine misafir olduk. İçeri buyur edildiğimizde gördüğümüz ilk manzara bütün duvarların boydan boya kitaplıklarla çevrildiği ve içinde irili ufaklı renge renk kitaplarla dolu olduğu ise, aklımıza ilk hücum eden düşünce ne olur?
Tahmin etmek hiç de zor değildir, hemen “bu adam bilgili, kültürlü birisidir” deriz ve tavrımız birden değişir. Daha bir saygılı oluruz herhalde, daha bir sevgiden sıcak dalgaların yayıldığını hissederiz içimizde. Kendim için rahatça söyleyebilirim, daha bir mutlu ve huzurlu, daha bir güvenli olurum orada ve sohbetlerimizin daha kaliteli ve bereketli geçeceğine inanırım.
Bunda yanılmayız genellikle. Gerçi her alınan kitap okunacak değildir. Bir lügat mesela, bir ansiklopedi, bir genel tarih, yeri geldikçe okunur kitaplardır genellikle. Öyle baştan sona lügat veya ansiklopedi okuyana pek rastlanmaz. Ama bırakın okumayı, lügat ezberleyenler de çıkmıştır tarih içinde, ama onlar azınlıkta kalmıştır umumiyetle.
Bu dediğimi halk anlamakta güçlük çekebilir. Benzer sorulara ben de muhatap olduğumdan bilirim:
- Hocam, bu kitapların hepsini okudunız mu?
- Hayır!
- Ya niye aldınız?
- Arada bir de olsa gerek oluyorlar.
- Anlamadım!
- Mesela bir marangoz her zaman keser mi kullanır?
- Hayır. Gerektikçe kullanır.
- Aynen öyle, bazı kitaplar gerektikçe gerekli yerleri okunur. Mesela bir tefsiri muhakkak bir iki kere okursunuz. Ama ihtiyaç hissettiğinizde bir ayeti bir tefsir kitabından icabında on kere okursunuz. Fakat bazı kitaplar da vardır ki ancak birkaç bölümünü o da gerek oldukça okursunuz. Az da olsa o tür kitaplar da olmalı kitaplığınızda. İşte öyle bir şey.
Buna rağmen çok kitabı olmak, ille de çok okumak veya alim olmak da manasına da gelmeyebilir. Evet, böyle de olmayabilir. Zira kitabın eve ve sahibine saygınlık kazandırdığını düşünen nice akıllı kimseler de vardır ki, evlerine çok güzel kütüphaneler yaptırarak içini cicili bicili, eni boyu ölçülü, görüntü kalitesi muazzam kitaplarla doldururlar. Hatta bazı kitapçı dostlardan duymuştum. Adam geliyor ve “bana onbeş santimlik takım kitaplar ver” diyormuş. Hayretini gidermek için de, “kitaplığımın kenarında o kadar boşluk kaldı” diye açıklama getiriyormuş. İçinde ne yazarsa yazsın, önemli değil. Yeter ki eni boyu ve rengi tutsun…
Bazı kitaplarda bunun yeni bir durum olmadığını görünce kendi kendime güldüm. İnsan tabiatı pek değişmiyor yani. Hatta yerler ve gökler de değişmiyor. Değişen eşyadır, o kadar. Şimdi isterseniz şöyle bir geçmiş yüzyıllara gidelim ve o devirlerde sık sık tekrarlanan kitap müzayedelerinden enteresan bir tablo sunalım: Bir İslâm tarihçisi, başından geçen ilgi çekici bir olayı şöyle anlatıyor:
"Kurtuba'da bulunduğum sırada, ihtiyacım olan bir kitabı araştırmak için sık sık kitapçılar çarşısına gidiyordum. Nihayet bir gün kitabı buldum. Pey sürmeye başladım. Fakat her defasında bir şahıs beni geçti. Ona dedim ki:
- Allah, öğrenci efendinin ömrünü uzun etsin. Eğer bu kitap kendileri için herhangi bir bakımdan çok lüzumluysa ben vazgeçerim. Çünkü fiyat çok yükseldi. Rakibim:
- Ben öğrenci değilim; kitabın muhtevasını da bilmiyorum. Halk arasında biraz itibarımı arttırmak için bir kütüphane tesis ettim. Kütüphanemde tam bu kitabın dolduracağı boş bir yer var; ayrıca yazısı ve cildi de çok güzel olduğundan kitap hoşuma gitti. Bu sebeple ödeyeceğim paranın miktarına önem vermiyorum. Çok şükür kudretim müsaittir, şeklinde cevap verdi. Ben de ona:
- Bu kitabı almak için, senin gibi bir insanın gerekli paraya sahip bulunması, cevizi olup da onu yiyebilmek için dişleri bulunmayan bir kimseye benzer, dedim."
www.cemalnar.com