Kara çarşaflı gelin!
Hatırlayan çıkacaktır; yıllar önce yassı karton kutuda satılan ince Bahar sigarasının üstünde, sanat tarihçilerinin "rûmî tarz" diye tarif ettiği bir motif vardı; bu motifin bazı yerlerini kalemle karalayıp tersini çevirdiğinizde Mao'nun çehresini andırır bir suret belirirdi.
Bazı arkadaşlar da bu esrarengiz şifre hokkabazlığı karşılığında "vay canına" demekten kendini alamazdı.
Devamı var: Birinci sigarasının üstündeki italik tarzda yazılmış "20 sigara" yazısındaki "20"yi uygun hatlarla tamamladığınızda ortaya kasketli bir köylü resmi çıkıyor ve bazı arkadaşlar, yine bir "vay canına" çekmekten kendini alamıyordu.
Bitmedi; 70'li yıllarda -galiba MC hükümetlerinin biri esnasında- Maltepe sigarasının paketi değiştirilmişti. Paketteki iki kırık çizgiyi makasla keserek çaprazlama üst üste koyan bir kısım arkadaşlar, ortaya çıkan gamalı haç işaretini birbirlerine gösterip "vay canına" diyor, ardından "işte Faşizm birader" diye mânâlı mânâlı kafa sallıyorlardı.
O yıllarda kâğıt paralardaki çeşitli motifleri, gölgeleri, filigranları inceleyerek ustalıkla gizlenmiş masonik semboller icad eden arkadaşlar da vardı; paralara bakıp hep birlikte "vay canına" derdik.
Şimdi "vay canına" demek sırası, anlaşıldığı kadarıyla bir kısım Batılı sanat uzmanlarına gelmiş bulunuyor. Dün yayınlanan bazı gazetelerimizin üzerine balıklama atladıkları bu habere göre Leonardo Da Vinci'nin tablolarında "gizemli yüzler ve şekiller" keşfedilmekte imiş. Resimlerin bazı mıntıkaları aynayla simetri uygulandığında ortaya garip ve ürkütücü yaratıklar, kehanetimsi mâlumatlar çıkmakta, meselâ bir başka gazetemizin haberine göre, "Bakire ve Çocuk" tablosuna aynayla bakılınca, Yahudi Tanrısı Yehova, Vatikan tacıyla görülmekte imiş.
Ee, karar verelim artık, "vay canına" diyecek miyiz şimdi? Bilemiyorum, fakat Leonardo bu saçmalıkları görse kesinlikle uzun bir "yuuh" çekerdi; ondan eminim. Aynı derecede emin olduğum bir başka husus, rasyonalite seviyesine ayılıp bayıldığımız Batılı kamuoyunda nice safderun ve "sazan"ın bu kabil zırvaları ciddiye alarak birkaç dakikalığına birtakım çocukça yorumlarda bulunduktan sonra "cık cık" çekerek işine gücüne bakacağıdır; öyledir, çünkü esrarengiz şeylere, Esoterizm'e, Occultizm'e, bâtınî zırvalara, fala, remile, kehânete, astrolojiye inananların miktarında toplam nüfusa oranla eksilme kaydedilmediği mâlumdur; hem de o anlı şanlı "ilerleme" fikrine, o pek parlak "Aydınlanma çağı"na rağmen. Öyledir, çünkü vehimler, tereddütler, korkular ve endişeler cehâletle birleşince insanların davranışını idare eden birer unsur olmak otoritesini hiç kaybetmemişlerdir.
Yine hatırlayalım; "karpuz çekirdeğinde, bazı tropik balıkların gövdesinde, kelebek kanadında, ortadan ikiye biçilen bazı kerestelerin iç çeperinde" lâfz-ı celâl yazısına benzeyen titrek karaltılar olduğunu gösteren fotoğrafların elden ele gezdiği demlerde, içimizden bazıları yine o aynı çocukça tereddütlerin saikiyle vecde gelip de tecdîd-i imân etmemişler miydi?
Şifre kavramı karşısında nedense metânetimizi bir türlü muhafaza edemiyoruz ve bu durum bana hep o fıkrayı hatırlatıyor. Yıllarca açık deniz kaptanlığı yapan yaşlı adam, sefere her çıkışında kaptan köşkündeki kasasını açar, içinden bir kutu çıkarır ve içindeki kâğıdı okuyarak yeniden kilitlermiş. Bir gün sefer esnasında emr-i Hak vaki olunca ikinci kaptan ilk iş olarak merakla açık duran kasaya seğirtmiş; kapalı kutuyu açıp içindeki kâğıdı okumuş:
"Sancak sağ, iskele sol" yazıyormuş kâğıtta!
Dedim ya, şifrelerin gerçek anlamını merak etmek bizim zayıf yanımız diye; işte ben neredeyse bir haftadan beri, üzerime vazife olmasa da şu meşhur "kara çarşaflı eş" şifresinin açık mânâsını merak edip durmaktayım.
Çözene on yüz bin seksen milyon puan feda olsun!