Bu panikleyiş, niye?
Milliyet’te son günlerde yapılan bir ankete göre, ‘Türkiye, İslâm’a koşuyor’muş..
Bir ülkenin ve halkın en temel özelliğini bir anketle var veya yok şeklinde göstermeye kalkışmanın traji-komikliği karşısında insan söyleyecek söz bulamıyor..
Olan, bir ayrı yere koşmak değil.. Çünkü, onca baskı ve zorbalıklarınıza, dârağaçlarınıza, ilkelerinize ve uluslararası bütün şerr güçlerinin işbirliğiyle yaldızlayıp ve hattâ her türlü ‘kutsal’a karşı çıkmak’ niyetiyle ortaya çıktığınız halde, kutsamaktan meded umduğunuz laikliğiniz adına yapılan onca haksızlıklara rağmen; Müslüman halkımız, kendi kalbinden uzak düşmediğini gösteriyor; mes’ele bu.. Çünkü, İslâm, bu coğrafyada Hz. Ömer zamanından beri etkinliği giderek artan bir sosyal gerçektir..
Ama, ‘Efkar-ı umûmiyenin/kamuoyunun nasıl oluşturulduğundan gaafil olmamak gerekiyor.
Gazete, radyo-tv, hattâ, sinema, tiyatro ve son zamanlarda da, cep telefonlarından SMS mesajları yoluyla bir anda binlerce-onbinlerce insana ulaşılması veya internet yayıncılığı gibi geniş bir yelpazedeki kitle iletişim araçlarını ellerinde bulunduran her ferd veya güç odağının kendi doğrusu veya hesabı istikametinde gündeme getirdiği, haber, propaganda ve hattâ yalanlar bile, kamuoyunun oluşmasında elbette etkili oluyor.. Bunlara, kahvehanelerde, toplu taşıma araçlarında, sokakta, miting veya gösterilerde, polisiye vak’alarda, pazar yerlerinde mahalle aralarındaki dedikodu meclislerinde oluşan veya fısıltı gazetesi aracılığıyla yapılan tamamen şekilsiz ve kayıt dışı ‘yayın’ları da ekleyebilirsiniz..
Bu yapılanlar toplumun genelini, ne kadar ilgilendiriyor veya hangisi ilgilendiriyor?
Bu hususta, 22 Temmuz 07 seçimleri, güzel bir örnek oluşturdu.. Çünkü, geçen Bahar ayları boyunca ülkenin çeşitli yerlerinde (derleme-toplama oldukları daha sonra anlaşılan) yüzbinlerin katılımıyla gerçekleştirilen dev mitinglere bakıldığında, birileri panikleseydi, belki de tablo daha bir değişik olabilirdi..
Özellikle de, ‘toplum mühendisliği’ne soyunan güç odaklarınca tertib ve tahrik edildiği bilinen o dev mitinglerin toplumun büyük kesimlerinin görüşlerini asla yansıtmadığı, halkın nabzını paniklemeden elinde tutabilenlerce kararlaştırılan bir seçimle ortaya konuldu..
‘1923’den beri hep vardı..’ diye övünülerek sahiblenilen geçmişteki, ‘27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylûl 1980 ve 28 Şubat 1997’ye kadar uzanan bütün askerî müdahaleler öncesinde, oluşturulan gerilimler karşısında da, tıpkı 27 Nisan 2007’de yayınlanan Genelkurmay Muhtırası’ndan sonra takınılan ‘hemen seçime gidip, halkın genelinin iradesine başvurmak’ şeklindeki kararlı tutum sergilenebilseydi, şerr odaklarının oyunları bozulup, toplumumuz bunca acıları büyük ihtimalle çekmeyebilir ve halkımız bunca tökezletilmez ve nice sosyal hastalıklar ülkeye bir ‘kan zehirlenmesi’ tablosuna dönüşmeyebilirdi.. Ki, bu askerî darbelerin bedelini en ağır şekilde ödeyenin, özellikle Müslüman kürd halkı olması yüzünden, ortaya çıkan bazı sağlıksız yönelişlerin de o darbelerden kaynaklandığı da görülmelidir.
Ama, halkın iradesiyle, oyunların bozulabileceği de görülmektedir.. Bugün, toplumun yönlendirilmesinde etkili karar mekanizmalarını geniş çapta elinde tutan siyasî iktidarın beşer planındaki en büyük dayanağı, bu halk desteğinden başka nedir ki? Seçim sonucu başka türlü olsaydı ve hattâ, AK Parti, 5 sene öncekinin altında bir oy alsaydı, o zaman neler olurdu; onu tahmin ve tasavvur ederek bile, konu hakkında sağlıklı bir durum muhakemesi yapılabilir.
Toplumun ve ülkenin yönetiminde ‘asıl, kimin iradesinin etkili olacağı?’ sualine cevab verdiği için, ‘cumhûriyet’ diye isimlendirilen bir rejimde, ‘su başlarını tutmuş olan dev’ler, devlet kaynaklarının ellerinden çıkıp halkın eline geçmesi ihtimaline bile tahammül edemediklerinden, oluşturdukları bir ‘oligarşik ve bürokratik dikta’ ile, birtakım ‘ilke’ veya kuralları etrafında geliştirdikleri yaşayış tarz ve zevklerini, bir ‘harâmîler çetesi’ mantığıyla halkımıza dayatma geleneklerini hâlâ da sürdürmek istemekteler..
Her zaman olduğu gibi, bu günlerde yeniden ‘şeriat, irtica, İslâmlaşma’ korkularını bir koro halinde, yükseltmeye çalışmalarının sebebi, bu.. İçerdeki veya dışarıdaki şerr odaklarının korkularını tahrik edip, halkımızı yeniden cendereye koymak ve onların tepesine yeniden, bir ‘mütegallibe, zorba ve despotlar taifesi’ edâsıyla oturmak istiyorlar..
Ama, milletimiz de, biraz biraz kendisine geliyor; aslî değerlerine dönüyor, kimsenin zorlamasına aldırmayıp, inancını bir yaşayış tarz ve zevkı haline getirerek yaşamak istiyor..
‘Aaa, örtünenlerin sayısı azalıyor veya artıyormuş..’ diye çetele tutmaya çalışanların çoğuna bakınız; onlar, Müslüman halkın, özellikle de inançlarına göre bir yaşayış tarzı ve bir zevk oluşturmalarından rahatsızlar.. Çünkü, onlar, ‘Biz de müslümanız, amma..’ deyip, ‘modern hayata ayak uydurmak’ adına, bir ‘çağdaş kölelik’ oluşturmak istiyorlar. İstiyorlar ki, bütün bir Müslüman halk, Nişantaşı, Şişli, Ataköy, Kadıköy vs. gibi, sosyete taifesinin yaşadığı semtlerdeki çarpık zevk ve ilişkilere teslim olsun.. Halbuki, halkımız, inancıyla, kendi doğrularına göre yaşamak istiyor, başkalarının dayatmalarına göre değil.. Halkımız, kendisini ve evlâd’u iyâlini koruyabilmek için, fıtratindeki selîm duygularla, inancına, kalbindeki değerlere yöneliyor..
‘Taife-i laicus’un kabul edemediği de bu..
Onların hemen tamamına bir örnek oluşturması açısından iki örneği işaretleyelim..
Dünkü Hürriyet’te, ‘Azınlığın hakkı nerede?’ başlıklı yazısında O. Ekşi de bu konuya değiniyor ve kendilerinin bir azlık olduklarını itiraf ediyordu da, büyük ekseriyetin haklarının korunması konusuna hiç değinmiyordu. ‘Laikliğe ve atatürkçü düşünceye karşıtlığın hoşgörü ile karşılanamayacağını’ da belirten Ekşi’ye göre, kendilerinin düşünce kalıplarına uymayanlar, ‘aslında zorbalığı veya ‘İslâm devleti’ modelini savunuyorlar’mış.. Yine aynı gazetede, aynı gün, Y. Doğan ise, ‘İki ay kadar önce Washington’da katıldığı ve Amerikan yönetiminden çok sayıda yetkilinin de izlediğini’ belirttiği bir açık oturumda, ‘Ilımlı İslâm diye, sizin yere göğe koyamadığınız Türkiye artık rota değiştiriyor. Sizin, local business, diye tanımladığınız, mahalle baskısı, okullarda, sokaklarda, alış veriş merkezlerinde günlük hayatın parçasına dönüşüyor… Ramazanda Anadolu’da açık lokanta bulmak zor..’ diye kimlerden meded istediğini belirtip, ‘Türkiye hızla İslâm’a kayıyor.’ feryadını yükseltiyor ve ‘İktidar desteğinin bu güruhu alabildiğine şımarttığı’ndan yakınıyordu.
Ey USA emperyalizmi ve uluslararası bütün şeytanî güçler ve ‘taife-i laicus’ entegrasyonu, neredesiniz? Geçmişteki bütün askerî darbeler gibi, yeniden yönlendiremez misiniz, birilerini?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.