Askerî yargı, Atatürk Anayasası'ndaki yerine: Marş!

Askerî yargı, Atatürk Anayasası'ndaki yerine: Marş!

Atatürk'ün en büyük siyasî hâtırası niteliğini taşıyan 1924 Anayasası, "Askerî yargı" diye bir kavramı telaffuz etmiyor. 27 Mayıs'ın komitacıları tarafından "geri" kabul edilerek çöpe atılan bu anayasa, asker kişilerin problemlerini genel yargı içinde çözmesi gerektiğine hükmetmişti.
1961 Anayasası, Türk yargı sistemini çatallaştırdı; askerî yargıya anayasal kurum imtiyazını verdi; artık askerî mahkemeler, "asker kişilerin askerî suçları ile, bunların asker kişiler aleyhine veya askerî mahallerde yahut askerlik hizmet ve görevleriyle ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara" bakacaklardı. Üstelik bu anayasa, askerî mahkeme üyelerinden bazısının hâkimlik mesleğinden gelmesini bile şart koşmuyordu.

Ne ilginç bir tecellîdir ki, Atatürk'ün Anayasası'na burun kıvırıp çöpe atan darbeci subaylar, 1961'de büyük bir ferâset eseriyle yaptırdıkları anayasayı da beğenmeyerek 1982'de bir yenisini sipariş edince, askerî yargının anayasa içindeki yerini aynen korudular, ilgili anayasa hükmünü aynen muhafaza ettiler ve bununla yetinmeyerek mevcut Yargıtay'a ilaveten bir Askerî Yargıtay, bir de Askerî Yüksek İdare Mahkemesi (Askerî Danıştay? yani) kurdular. (Denetle 1961'de var mıydı Danıştay?)

Tafsilatı uzun: Bu mahkemelere hâkim ve savcı atanmasına Adalet Bakanlığı karışamıyor; bu görevliler "kanun gereği", yine askerî merciler tarafından tayin ediliyor. Askerî Yargıtay ve Danıştay? üyeleri de öyle. Askerî yargının HSYK'sı filan yok; genel hatlarıyla emir-komuta zinciri içinde çalışıyor mahkemeler.

Bu mahkemelerin genel mânâda "askerî mahallerde yahut askerlik hizmet ve görevleriyle ilgili olarak" işlenen suçlara ait davalara baktıkları teorik bir varsayım; zira bu mahkemeler, asker kişilerin darbe yapması veya teşebbüsleri konusunda sessiz kalmasıyla tanınıyor. Mahkeme, bazı komutanların siyasî işlere fazlaca meraklı olmasını görev alanı dışında sayıyor. Öyle olması eşyanın tabiatına uygun görünüyor, çünkü askerî mahkemeler, yapıları gereği "bağımsız yargı"nın tabii bir parçası haline gelemiyor; askerî mahkeme kararlarının hukuka uygunluğunu yine yüksek askerî mahkemeler denetliyor.

Hukuk sistemimiz çift başlı. Anayasa koyucu "âlim" profesörlerimiz, özene bezene "kuruma mahsus" bir yargı icad etmişler. Bunun nasıl bir şey olduğunu fark etmek için meselâ Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü'nün, Emniyet'in, Milli Eğitim'in kendine mahsus bir yargı teşkilatına sahip olduğunu varsayınız!..

Ordu, 1961'den sonra askerî yargıyı, genel yargı içinden çekip çıkararak kendine sistem içi dokunulmazlık alanı inşa etti. İç hizmet kanunundaki o meşhur 35. madde ile görev alanını muğlaklık ve keyfîlik sınırlarına kadar genişletip askerî vesayet hegemonyasını kurdu. O yüzdendir ki muhtelif tarihlerde muhtelif subayların devleti kurtarmak adına tertiplediği suç niteliğindeki eylemler doğru-dürüst soruşturulamıyor, darbelere "darbe" denilemiyor; o yüzdendir ki, meselâ 61 Anayasası'nı önce çiğneyip sonra çöpe atarak anayasa nizamını çatır çatır yıkan 12 Eylül darbecileri hakkında askerî yargı kılını bile kıpırdatmaya lüzum hissetmedi. Bu esnada genel yargının da elini taşın altına soktuğunu söyleyemeyiz; isteyenler 12 Eylül darbesi esnasında yüksek yargı kuruluşlarının pozisyonunu inceleyebilirler; hukuk tarihimizin loş ve boş sayfalarıdır bunlar.

Aklın ve evrensel hukukun gereği çok açık: Askerî yargının, Atatürk Türkiye'sindeki yerine iadesi gerekiyor; anayasa içinde askerî yargıya özel bir tarif ve imtiyaz tanıyacak durumda değiliz artık. Askerî yargının teşkil ettiği çift başlılık, Türkiye'nin gerçek bir "demokratik hukuk devleti" olmasına engel teşkil ediyor. Çift başlı yargı istemiyoruz. Bu kadar açık!..


Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi