İşte böyle...
Yeni “İrticayla Eylem Planı”ndan bir bölüm:
“İskender Evrenesoğlu, Ömer Öngüt gibi halihazırda beklettiğimiz elemanlara medyatik eylemler ve söylemler yaptırılacak ve bu kişiler, FG’ciler başta olmak üzere irticâî gruplarla özdeşleştirilerek, kamuoyunun tüm bu gruplar arasında benzerlik kurması sağlanacaktır.”
Bu cümle; Türkiyemizin hâlihazırdaki dinî manzarasını anlatması bakımından son derece ibretlik. Hem Müslümanlarla hem Müslümanlıkla basbayağı oynandığı apaçık ortada.
Bu belge gerçek de olsa sahte de olsa oynanan oyun hep aynı. Sahte bile olsa elbette bir aslı var…
Görünüşte Evrenesoğlu da, Öngüt de tasavvuf erbabı. Ama tasavvuf ve tarikatın ne olduğunu bilmediğimiz, öğrenmediğimiz ve bilenleri de dinlemediğimiz için, bu oyunlarla hep aldanıp dururuz.
Ne acı ki, yazar çizer takımı bile, tasavvuf ve tarikat deyince “İşte Ali Kalkancı” diyor.
Bilmiyorlar ki, Ali Kalkancı da onu Müslümanlara karşı kalkan olarak kullananlar da bu milleti sadece uyuşturucu haplarla uyuşturmuyor, milletin zihinlerini de uyuşturuyor.
3-4 sene önce bir gazeteci arkadaşım tasavvuf ve tarikatı kötüleyip Ali Kalkancı’yı da misal olarak göstermişti. Kendisine, öylelerinin tasavvuf ve tarikatla alâkalarının olmadığını anlatmaya çalıştımsa da muvaffak olamamıştım.
Meseleyi ne kendisi biliyordu, ne bileni dinliyordu! Temel’in dediği gibi, şimdi ne oldi?
Sonunda Ali Kalkancı binlerce uyuşturucuyla yakalandı. İş işten geçtikten sonra şimdi o arkadaş, “Haklıymışsın gerçekten onlar tarikat erbabı falan değillermiş” dese ne oluuur demese ne olur…
Gelelim Eylem Planı’nda ismi geçen Evrenesoğlu ve Öngüt’e…
Birincisi, kendisini peygamber ilan eden, zamanımızın Müseylemetül Kezzâb’ı. Amerika’da yaşıyor. Şu anda hapiste. Geçtiğimiz günlerde bir kıza tacizden içeri alındı. Daha önce de kızın annesini taciz etmiş.
Kur’an’ı yüzüne okumayı bile bilmeyen bu yaratık, bir zamanlar Yaşar Nuri Öztürk’le televizyona çıkmış, onun karşısında perişan olmuştu. Zaten hangisi mağlup olsa bazılarının işine gelecekti. Her iki durumda da İslâm'a darbe vurulmuş olacaktı. Öyle de oldu.
Evrenesoğlu, “Sayısız defa Allah’ı gördüğünü ve konuştuğunu, isterse istediği zaman görebileceğini, Allah huzurunda Peygamberimiz’e namaz kıldırdığını” söylüyor. Adamlarından bazıları 6 ay kadar önce ikamet ettiğim semte geldiler. “Her insanın Allah’ı görebileceğini” söylediler.
Evrenesoğlu, Kur’an meallerinden âyetlerin meâllerini ezberlemiş, papağan gibi söylüyor.
Zehiri altun tabakta sunarlar ya. Bu da ayni taktiği uyguluyor. İbâdetten uzak görünmüyor. “Bizde öyle ibâdet var ki, biz 5 değil günde 7 vakit namaz kılıyoruz” diyor.
Oysa, ibâdette noksanlık da, fazlalık da dini bozmaktır. Meselâ 4 rek’atlık namazı 5 rek’at kılmak ve meselâ ezanda bir kelimelik fazlalık yapmak bile dini bozmak olur.
Onun için, “İslâm, Kur’an’dadır, Kur’an bize yetmiyor mu?” diyenlere aldanmamak lâzım. Bu söz, Peygamberimiz’in hadislerini ve İslâm âlimlerini dışlamaya yöneliktir. İngiliz taktiğidir...
Gelelim Ömer Öngüt’e… Hiçbir ilmî tahsili yok. Ama onun imzasıyla kitaplar basılıyor. Câhil kimse kitap yazabilir mi? Yazamaz ama, buna cevapları şöyle: “Ona ilim Allah tarafından verildi.”
İlk senelerde çıkan kitaplarına bakarsanız, Allah tarafından verilen(!) ilimle yazılan bu kitapların ilmî seviyesini görebilirsiniz. Ben diyeyim, cümle teşkili bakımından üçüncü sınıf kitaplar, siz deyin beşinci sınıf…
Ömer Öngüt’ün en bâriz vasfı da kendi grubundan başka hiçbir grup ve cemaati Müslüman kabul etmeyip hepsini kâfir îlan etmesi.
Câmi, Kur’an Kursu ve buna benzer hayır müesseseleri yapmak için Müslümanların yardımına müracaat edenler bile ona göre kâfir.
Din mukaddes bir müessese. İnsanlara kabul ettirilecek şeyler en rahat din yoluyla kabul ettirilebilir. Onun için para, şöhret ve şehvet hastaları, gayelerine ulaşmak için dini kullanıyorlar. Bakınız, Evrenesoğlu’nda karı-kız meselesi var, Ali Kalkancı ve diğerlerinde de vardı. Daha nice parlamenter ve yazar- çizer takımında da aynı şey görüldü.
Bazı isimlerin, gün gelip “İrtica Eylem Planı”nda adı geçeceğini bilseydik, onlarla ilgili haberlerdeki suçlamaları takip ederdik. Edemedik ve ne olduğunu şimdi maalesef bilemiyoruz…
Netice… İyiyle doğruyu, gerçekle sahteyi anlayabilmek için uyanık olmaya mecburuz.
İsmi lâzım değil, zamanımızda bir grup var. Kendilerinin meşhur bir tarikatten olduklarını iddia ediyorlar.
Hayret!.. 12 Eylül İhtilalinden beri hiçbir kânûnî engelle karşılaşmadan, faaliyetlerine harıl harıl devam ediyorlar. Bu kesim bol bol sigara içiyor. Sebebini de şöyle açıklıyorlar:
“Bize çok feyiz/nur geliyor da ona tahammül edebilmek için içiyoruz.”
Böyle söyleyenlerin tarikat ve tasavvufla ilgi ve alâkalarının olmadığını söylemeye kalkınca, bazı Müslümanlar şöyle diyorlar: “Allah diyenin aleyhinde konuşma!”
Gerçekten ve samimi olarak Allah diyene can kurban da, bunu istismar edenleri bildirmek de vazife. Ama bunu anlatamıyorsunuz işte.
Halbuki, iyi ve güzel şeyleri istismar, o güzel şeye sahip çıkıyor görünmekle oluyor.