Müslüman kadının başörtüsünü baş belası görenler…
Eskiden beri devam eden çarşaf ve başörtüsü düşmanlığı, belli kimselerde nesilden nesile geçtiğine göre ya miras gibi bir şey veya irsî...
Bir Yahudi, Medine’de Peygamberimiz zamanında Müslüman bir hanımın örtüsünü yırtmıştı.
Bir Fransız, Kahraman Maraş’ta Müslüman bir hanımın başörtüsünü yırtmıştı.
CHP’li bir belediye başkanı 1940’lı yıllarda pencereden gördüğü geçmekte olan çarşaflı bir hanımın çarşafını zorla çıkarttırıp yırttırmıştı.
Bir taraftan Deniz Baykal çarşaflı kadınlara rozet takarken, bir taraftan da Mersin CHP teşkilatına mensup kadınlar çarşaf yırttılar. Yırtmakla kalmayıp çarşafı ayaklarının altına alıp bir de çiğnediler.
Bu hareket basbayağı, “Elimizden gelse çarşaflı kadınları da onların çarşaf giymelerini normal gören ve izin veren erkekleri de işte böyle ayaklarımızın altına alırız” demenin dışa vuran yansımasıydı. Yani hırsın ve kinin fotoğrafı...
Son seçimlerden önce de İstanbul’da CHP’nin seçim otobüsüne binmek isteyen çarşaflı bir kadın tartaklandı. Tartaklamada CHP İstanbul İl Başkanı Gürsel Tekin de vardı. Sonra öğrenildi ki o çarşaflı kadın, meğer CHP’den milletvekili aday adayı olan birisiymiş.
CHP’nin tavrı “Vurun abalıya” kabilinden niçin hep “Çarşaflıya hücuum!” oluyor?
Çarşaf ve başörtüsüne kısacası örtüye karşı duyulan kin bitecek gibi görünmüyor. Bu sefer de başörtüsüne “Râhibe kıyafeti” diyen afişler astılar. CHP önce bunu reddettiyse de bunun altından da çıka çıka yine bir CHP’li çıktı: CHP’li Avcılar Belediye Başkanı Mustafa Değirmenci...
Kılıçdaroğlu meydanlarda “Başörtüsünü biz çözeriz” diyedursun, halk onun nasıl çözeceğini gayet iyi biliyor. Çözse çözse MHP’nin, Nesrin Ünal’ın başörtüsünü çözdüğü gibi çözer diyorlar...
Hele bir de zeki(!) bir valinin çarşaflı kadınların çarşaflarını çıkarttırması var ki dillere destan...
Okuyunca sizin de göreceğiniz gibi, öyle bir vâli ki şeytana pabucunu ters giydiren cinsten...
Nurettin Burhan, “Zeki Vali” diyerek övdüğü valinin, doğulu kadınların çarşaflarını nasıl kurnazca çıkarttığını “ÇARŞAFA ÇARŞAFLI ÇÖZÜM” başlıklı bir yazıda anlatıyor. Nurettin Burhan’ın yazısı şöyle:
“Anlatacağım olay, oldukça uçuk gibi, şimdilerin deyimiyle absürt kaçıyor olabilir. Ama bu dilden dile dolaşan bir tevatür falan değil ki. Anlatanın adı var; dinleyenin adı var.
Öykünün bana ulaşması aslında çarşafa rozet takıldığı günlere rastlıyordu. (Baykal’ın çarşaflılara rozet takmasını kastediyor. A.E.)
Aktaramadım o günlerde. Çünkü ben o olayı destekledim. Halen de doğru buluyorum. Çarşaf giyen ve türban takan kardeşlerimiz dışlanıp bir tek siyasi akıma muhtaç ve mecbur bırakılmamalı. Her siyasi hareketin içinde olabilmelidirler. Herkes gibi onlar da özel yaşamlarında diledikleri gibi giyinebilmelidirler.
Çarşaf giyen, türban örtünen insanlarımız, bakarsınız zaman içinde, insânî iknâ yöntemleriyle başka giyim tarzlarına da geçirilebilirler. (Hımmm, demek ki artık iknâ odalarından ümit kesilmiş. A.E.)
Amaaan yaa... Dilim çarşafa dolanmadan bir anlatabilseydim şu çarşafa çarşaflı çözüm meselesini...
Olay çok uzun yıllar önce yaşanmış Anadolu’nun küçük illerinden birinde. Anlatan, dinlediği adı vermiş ama il adını vermemiş. Bize üçüncü hatta dördüncü ağızdan ulaştı. Şöyle:
1958 Mülkiye(şimdiki Siyasal Bilgiler Fakültesi) mezunu Ertuğrul Baydar (ölümü: 6 Ağustos 2005), yıllar önce anlatmıştı.
Ertuğrul Bey’in babası Celal Baydar’ın Ağır Ceza Reisi olarak görevli bulunduğu (Doğu Anadolu’da bir) kentte, kara çarşaflı kadınların sayısı fazlaymış.
Celal Bey, eşi (Samime Hanım) ile zaman zaman bundan duydukları üzüntüyü konuşurlarmış.
Bir akşam Celal Bey eve gelince Samime Hanım’a müjdeli haberi vermiş:
“Hanım, vilayetimiz çarşaflı kadınlardan kurtuluyor. Vali Bey tamim neşretti. Bundan sonra, Umumhane’de çalışanlar çarşı iznine çarşaflı çıkmak zorunda. Yarın tellal da tamimi ilan edecek...”
Ertuğrul Bey bu olayı anlatmış, tek buzlu viskisinden bir yudum almış ve eklemişti:
“Bir hafta içinde sokakta çarşaflı kadın kalmadı...”
Eski deyimleri anlayamayan gençlerimiz için biraz açıklığa kavuşturalım olayı:
Görev yaptığı ilde, karaçarşaflıların çoğalmasından rahatsız olan vali, yasaklayarak falan karaçarşaflılığın önüne geçilemeyeceğini sezip, bu olaya sosyal pratikle bir çözüm buluyor.
Bakıyor ki tutucu kentte bir de genelev var. Genelevler genellikle kent dışında bulunduğundan, çalışan hayat kadınları izinle çarşıya çıkarlarmış.
Vali bey de bu olguyu zekice kullanıp, hayat kadınları açık saçık giyinerek çarşıya çıkıp ahlâka zarar vermesinler ayağından, onlara “çarşafla çarşıya çıkabilme zorunluluğu” getiriyor. Bunu genelgeyle duyurup bir de tellal vasıtasıyla ilan ettiriyor.(Demek ki o zaman her sokakta günde yüz defa dangırdayan hoparlörler yokmuş)
Böylece, karaçarşafın yok olmasına iki yönden çözüm bulunmuş oluyor:
Karaçarşaflılar, kendileri hayat kadını zannedilmesin diye çıkmıyor çarşıya.
Hayat kadınları da, karaçarşafdan dolayı uzaktan bile hayat kadını oldukları anlaşılmasın diye, çarşaf giyip çıkamıyorlar.
Bravo vali bey...”
Nurettin Burhan’ın yazısı bitti.
İslâm âleminin ve bütün okuyucularımızın bayramlarını tebrik eder, iki cihan saadeti dilerim.