Ayasofya ile Kâsımiye denemesi ve Akdamar’da haç...
Bir Yahudinin İslam medresesi ile ve bir kıyafet defilesinin Hıristiyan haçıyla ne alâkası olabilir?
Olmasa da, arkasında bir gücün, Kültür Bakanlığı’nın desteği olunca iş değişiyor. Ve homoseksüel bir Yahudi eliyle, Müslümanların gözlerinin içine baka baka, asırlarca İslâmî ilimlerin öğretildiği târihî bir medresenin tabanına haç şekli verilip,boynuna haç takılmış bir mankenle basbayağı defile yapılabiliyor.
Bu manzaraya üzülen oldu, memnun olan oldu, suskun kalan oldu.
1- Üzülen Diyanet câmiası...
Elinden başka bir şey gelmediği için, hissiyatını bir mensubu olan Mardin Müftüsü Mehmet Kızılkaya vasıtasıyla ancak şöyle dile getirebildi:
“Biz câmilerimizde bu tür organizasyon yapılmasına izin vermeyiz. Orası Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı bir mekândır. Bize ait olmayan bir yerle ilgili bilgi vermek istemiyorum.”
Daha ne desin? Bir müftü olarak bağlı olduğu Diyanet teşkilatının hissiyatını açıkça ortaya koyuyor.
2- Memnun olan –üzülerek ifade edelim ki- refikimiz, Zaman gazetesi...
Zaman, meş’um defileyle ilgili haberde okuyucusuna şu bilgiyi veriyordu:
“Podyuma üç dinin sembolü ile çıkan manken büyük alkış aldı.”
Bir: O manken üç dinin sembolü ile değil, boynunda Hıristiyanlığın sembolü olan haçla çıktı.
İki: Dünyada, üç dine (Yahudilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlığa) ait ortak bir sembol yok.
Üç: O manken büyük bir alkış da almadı... Yani üç maddelik saptırma ve yalan bir haber...
Orada alkış olmadı, ama ben size büyük alkış olan başka bir görüntüden bahsedeyim:
Sene 2004. 13-14 Mayıs... Yine Mardin’de, yine Kâsımiye Medresesi’nde, 7 asırlık bu medresenin duvarlarına yarım adam boyunda sayısız haçlar ve Yahudi yıldızları asılarak Dinlerarası Diyalog toplantısı yapılmıştı. Devamı da 15-16 Mayıs’ta İstanbul’da Fırat Kültür Merkezi’nde yapıldı. Orada, Yunanistan Ortodoks Kilisesi’nin ABD’deki temsilcisi konuşmasında şöyle dedi: “Benim bir hayalim var: Ayasofya’nın kubbesi altında Müslüman, Hıristiyan ve Yahudilerin beraberce ibâdet etmeleridir.”
Tam o sırada ne oldu biliyor musunuz? Sinevizyonda ekrana getirilen Ayasofya’nın kubbeleri üzerine koskocaman bir haç görüntüsü geldi!!! Ve maalesef, bir alkış tufanı koptu... Yazıklar olsun.
(O haçlı Ayasofya görüntüsü tarafımızdan fotoğraflandı, belge olarak elimizdedir. Daha sonra bir tv programında bu fotoğraf gösterildi. Ama sevgili diyalogcular bunun fotomontaj olduğunu söylediler!!?)
Hatırlar mısınız, Kurtlar Vadisi dizisindeki Yahudi caniliğiyle ilgili kısa bir görüntüden dolayı İsrail’in protestosunu yemiştik. Elin adamı, “Ne olacak canım, alt tarafı bir film” demedi. Şimdi biz, “Ne olacak canım, alt tarafı bir sinevizyon gösterisi” mi demeliyiz? Bunun arkasında bir ideal yok mu?
13-14 Mayıs’ta Mardin’de de tahtadan bir köprü yapıp “Bu, sembolik sırat köprüsüdür” deyip üzerinden Hıristiyan ve Yahudileri geçirdiler. Organizetörler içinde bulunan ve hazırladığı meâlde Tevrat ve İncil’e 639 defa atıf yapan ilâhiyât profesörüne şöyle demiştim: “Eskiden ‘Hıristiyanlar ve Yahudiler de cennete girer’ diyordunuz. Şimdi bunun tatbikatını yaptınız ve ‘Hıristiyan ve Yahudiler işte böyle cennete girer’ demiş oldunuz. Peki Hazreti Resûlüllah’a ve Hazreti Kur’an’a inanıp inanmamak solda sıfır mı ki onlar da cennete girebilsinler?”
Ne cevap mı verdi? Bunun cevabı mı olur ki cevap ver(ebil)sin? Veremedi ve sus-pus oldu...
3- Suskun olan hükümet.
Dinî bir mesele olan başörtüsü hakkında -haklı olarak- “Bu meseleyi Diyanet’e soralım” diyen Sayın Başbakanımızın, büyük bir rahatsızlığa sebep olan Kâsımiye Medresesi’ndeki haçlı defile hakkında da “Orası dinî bir mekândır. Bu defile Diyânet’e sorulmalıdır” demesini beklerdik. Demedi...
Başbakanımız sustu, hükümete mensup Mardin milletvekillerinin çabalarına rağmen, Sayın Cumhurbaşkanımızdan ve Sayın Arınç’tan da müsbet-menfi hiçbir söz duymadık. Onlar da sustular...
Nedendir bilmiyoruz; böyle işler de, kültürümüz de bir kısım Müslümanları “İlkel varlıklar” diye aşağılayan Kültür Bakanı’na havale edilmiş durumda.
Bu kültür hangi kültür?.. Bizim inanç ve kültürümüzde; savaşta dahi yaşlı, kadın, çocuk, sivil, papaz ve hahamları öldürmek yok... Ama kültürümüzde bir şey daha yok: Büyük çoğunluğu Müslüman olan vatandaşların vergileriyle toplanan devlet hazinesinden trilyonlar harcayarak kilise tamir ettirmek...
Gayr-i Müslimleri kendi hallerine bırakır, dinlerine karışmaz. Ama kuş uçmaz kervan geçmez bir yerdeki kiliseyi tamir de ettirmeyiz. Tamir ile kalmayıp, aman eksik kalmasın diye sonradan üzerine haç da takmayız...
BBP’li Müslümanlar, “Ayasofya’da sadece bayram namazı kılınmasına izin verilmesi için” müracaatta bulunmuşlardı. Bendeniz o zaman, “Bu hususta yanılıp mahcup olmayı çok arzu ederim ama kesinkes ‘Hayır’ denilecek” demiştim.
Kültür Bakanı, “Hayır” demeyi bırakın cevap bile vermedi, cevap vermeye bile tenezzül etmedi...
Başka bir mesele: “Ayasofya’da 6 gün Müslümanlar, 1 gün Hıristiyanlar ibâdet etsin” diyen bazı yazarlar sinsî bir planın ipuçlarını veriyorlar. Bu yazıları Hıristiyan olmayanlara yazdırıyorlar...
Bunu yazanlar kim, söyleyenler kim? Sakın Hıristiyan lobisinin içimizdeki mensupları olmasınlar?..
Bayağı da kurnazlar hani. Önce haftada bir gün girip, sonra “Sıkışan çıksın” diyecekler...
Yunanistan Ortodoks Kilisesi’nin ABD’deki temsilcisi, Ayasofya’da üç din mensubunun ibâdet etmesini istiyor, yani dinler çorbası olsun istiyordu. Bunun bir benzerini de tarihte Hindistan’da Ekber Şah, dinleri birleştirmeye kalkışıp, adına “Dîn-ilâhî” diyerek yapmaya çalışmıştı. Ama canı cehenneme gitti. Gitmekle kalmadı, tarihte Ekber Şah olarak değil, Ekfer/en kâfir Şah olarak yerini aldı.
Zamanımızda, “Hıristiyan ve Yahudilerin de cennet ehli olduğunu” söyleyenlerin âkıbetleri acaba nasıl olacak? Ömrü olan görür, olmayan âhirette görür...