Câmilerde sandalye dinde reformun neresinde?
Önceki yazılarımızda, “Sandalyede namazın câiz olup olmayacağından” bahsetmiştik. Kanal bilmem kaç televizyonunda konuşan bir profesör, “Bazıları, sandalye konulursa câmiler kiliseye benzer; sandalyede namaz olmaz diyorlar. Olur, kılınabilir” diyerek meseleyi tek cümlede hallediverdi.
Ancak... Namaz öyle hiçbir “TEMEL”e dayanmayan bir cümleyle geçiştirilemeyecek ve “Canım sel kıl da nasıl kılarsan kıl. Yeter ki kıl” diye basite alınamayacak kadar mühim bir ibâdet. Âhirette ilk önce namazdan sorguya çekileceğiz. Sevgili Peygamberimiz’in bildirdiğine göre, namaz hesabını verebilenler diğer merhalelerden kolay geçeceklerdir.
Sandalyede namaz kılanların secde etmelerinin mümkün olup olmadığını enine boyuna ele almadan, “Sandalyede namaz câizdir” deyivermenin ilmî hiçbir “TEMEL”i olamaz.
“Câizdir” diyebilmek için, fıkhî bir kâideye veya mûteber bir esere dayanmak lâzım. O yok, o yok.
Câiz olmadığına dâir ise fıkhî kâide var: “Herhangi bir şekilde secde edebilen bir kimsenin, secde etmeksizin kıldığı namaz câiz değildir.” Bu kâideye bir itirazı olan varsa, buyursun...
Profesörümüzün ikinci mühim meseleye yani sandalyeyle dolan câmilerin kiliseye benzeyip benzemediğine de temas etmesini beklerdik... Ama etmiyor, onu es geçiyor. Niçin? Orası cısss mı yani?..
Câmilerin ve ibâdetlerin şeklini değiştirmek gayretleri yeni değil; taa 1920’den beri sürüp geliyor.
İslam sanki bozulmuş da gayretkeşler bu dini düzeltmeye kalkışıyorlar. O zamanki Dini Islah (sözde düzeltme) Beyannamesi’ni 20 Haziran 1928 tarihli Vakit gazetesi duyurmuştu. Gazetenin haberine göre, dinimizde yeni hayata ve ilerlemeye uygun olarak(!) yapılacak yenilikleri rapor halinde kimler hazırlamış biliyor musunuz?
İlâhiyat fakültesi profesörleri... Yani Fuat Köprülü, İsmail Hakkı İzmirli, Halil Halit, İsmail Hakkı Baltacıoğlu, Yusuf Ziya Yörükan, Mehmet Ali Aynî, Şerafettin Yaltkaya gibi dinde reformcular...
(Okyanus ötesinden/ABD’den Şerafettin Yaltkaya’ya hâlâ övgüler gelmesini nasıl yorumlayacağız?)
Neyse biz, İslam’a hizmet aşkıyla adeta deli divane olan sevgili ilahiyatçılarımızın isteklerini görelim:
a) “Din de diğer sosyal teşekküller (kuruluşlar) gibi hayatın akışına uymalı.
b) Din, eski şekillere bağlı kalamaz. (Zamanımızda, “Gelenek İslamı” diyerek 14 asırdır yaşanan İslamı dışlamaya kalkışan şimdiki bazı ilahiyatçılar demek ki o eski ağabeylerinin yolunda.)
c) Türk demokrasisinde din de muhtaç olduğu inkişafı (gelişmeyi) göstermeli. Câmilerimiz kullanılır hâle getirilmeli. (Demek ki halı serili câmiler onlara göre kullanılamıyor. Kullanılır hale nasıl getirileceğinin cevabını da şöyle veriyorlar:)
d) Sıralar (koltuklar, sandalyeler) konmalı. İçeriye ayakkabı ile girilmeli.
e) İbâdet dili Türkçe olmalı. Hutbeler Türkçe okunmalı.
f) Câmilere müzik âletleri konmalı.
Değerli okuyucular! Bu maddeler o günden beri asla unutulmuyor ve arada bir ısıtılıp ısıtılıp servis yapılıyor. Geçen senelerde bütün televizyon kanalları “Türkçe ibâdet” konusuna abone olmamışlar mıydı?
Câmilere müzik âletleri konulması hakkında bir hatırlatma yapmak da zaruri oldu.
Bundan 5-6 sene önce bir kandil gecesi, İstanbul/Sirkeci’deki Hocapaşa Câmii’nin önüne tamamı Hıristiyan olan bir çalgı gurubu geldi. Camiye giremediler ama, câmi önünde çalgı çaldılar. Bu bir hoşgörü imiş ve kandile katkı olsun için gelmişlermiş!!!
“Dinlerarası Diyalog ve Hoşgörü”cüler bunu övgüyle haber yaptılar... Yani...
Yazar M. Emin Parlaktürk, 17 Kasım 2009 tarihli yazısında, orta yaşlı olup da hasta olmadığı halde, camilerde sandalye üstünde namaz kılanları gördüğünü söyledikten sonra diyor ki:
“(...) Camilerde sandalye, tabure, koltuk ve benzeri oturakların hiç mevcut olmadığı zamanları da düşünerek bugünleri görünce yarınlardan endişe edip, “Acaba, camilerimiz giderek kiliseye mi dönüşüyor?!” diyor, korku ve endişe arası bir düşünceye kapılıyorum!
Bu düşünceler beni Cumhuriyetin ilk yıllarındaki ateşli tartışmalara götürüyor. Camileri modernleştirme adına mecliste yapılan konuşmalarda bazı mebusların “Camilere kiliselerdeki gibi masa sandalye koyalım, Müslümanlar ibadetlerini oturarak yapsınlar” şeklinde teklifler sundukları dönem aklımıza geliyor. O dönemde şiddetle reddedilen bu teklifi acaba biz cami cemaati olarak kendi ellerimizle hayata geçirmenin adımlarını mı atıyoruz?
Camilerde sandalye sayısı o kadar çok arttı ki, korkum bu gidişle cemaat safları sandalyelerle dolacak! O sandalyelerin sahipleri de belli olduğu için yerinden kaldırılmayacak olan o sandalyeler, camilerin sedirleri gibi oturma mekânları haline gelecek!”
Değerli okuyucular! Ezanla ilgisi olmayanların bizim ezanımızla, namazla ilgisi olmayanların namazımızla, İslam’la ilgisi olmayanların da bizim din adamlarımızın nasıl yetiştirileceği ile ilgilenmesine ne demeli? Bizim derdimiz onlara mı düştü?
Tabii ki düşmedi de bunun arkasındaki art niyeti anlayalım artık, anlayalım...
Dikkatinizi çekerim! “İslam’la ilgisi olmayanların bizim din adamlarımızın nasıl yetiştirileceği ile ilgilenmesi” diye bir cümle kullandım. Buraya lütfen dikkat!..
ABD bizi çok seviyor, gece gündüz bizi düşünüyor ya... Bizim derdimiz onun derdi ya... Bundan 7 sene kadar önce ABD “Müslüman din adamları nasıl yetiştirilmeli?” konulu bir toplantı tertipledi.
O toplantıya, “din adamlarımızı nasıl yetiştireceğimizi ABD’den öğrenmek için” bizden de gidildi. İşte buna dikkat!...
Gidenin kim olduğu mühim değil. Elbette ilgili taraftır. Her kim ise her halde kendi kafasından gitmedi, gönderildi...
Ama merak edip ille de isim istiyorsanız, İbrahim Karagül’e sorun. Ben onun yalancısıyım...