Ankara'da Adalet Bakanı; İstanbul'da, Diyarbakır'da hakimler var
Dün Ergenekon davasında yargıç karşısına çıkan koca koca generaller vicdan ve cesaret sahibi savcı ve hakimlerin eseri. Bu manzaradan rahatsız olanlar da bu savcı ve hakimlerin ayağını kaydırma telaşında. Silivri'deki davanın kaderi Ankara'da HSYK'da belirleniyor. İcranın temsilcisi olan Adalet Bakanı, bağımsız yargıyı temsil eden Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu'na tek başına direniyor. HSYK'nın yıllık hakim-savcı atama kararını Bakan, tek başına engelliyor. Neden bir Allah'ın kulu çıkıp, "Hükümet bağımsız yargıya müdahale ediyor" diyemiyor? Acaba neden?
HSYK'nın da varlık sebebi olan "hakim teminatı"nı, HSYK değil Adalet Bakanı koruyor da ondan. Savcı ve hakim zor davaları vicdanı ile taşırken sırtını HSYK'ya dayar. Çünkü HSYK, kanunun 1. maddesinde belirtildiği üzere hakim ve savcıların özlük işlerini "mahkemelerin bağımsızlığı ile hakimlik ve savcılık teminatı esaslarına göre" düzenler. Bakan engel olduğu için HSYK'nın çıkaramadığı kararname ise İstanbul ve Diyarbakır'daki Ergenekon ve faili meçhul davalarının savcı ve hakimlerini sırtından hançerlemek amacı taşıyor. Bu hukuk cinayetini Adalet Bakanı araya girerek, hatta kendini siper ederek engellemeye çalışıyor. Yargı bağımsızlığını yargıçlardan oluşan bir kurul değil, hükümetin bir bakanı koruyor.
Sadece Milliyet'te Mehmet Y. Yılmaz'ın itirazına rastladım. Bu itirazı, Mülkiye'de almış olması gereken hukuk derslerinin hocalarına havale etmek lâzım. Şu cümleyi kuran bir öğrenci Hukuk Başlangıcı'ndan geçemez: "HSYK, savcılık kurumunun itibarını sarsan bu tür uygulamaları cezalandırmayacaksa, neyi cezalandıracak?" Ergenekon savcılarını kasteden köşe yazarı, "Böylesine kötü bir iddianameyi yazabilen savcılara karşı HSYK'nın bir yaptırımı olmayacak mı?" sorusunu da ekliyor. HSYK'nın şu anda ceza davası veya disiplin soruşturması değil, bir atama kararnamesi hazırladığını bilmemesi mümkün mü? Haklarında tek disiplin soruşturması olmayan savcı ve hakimler hakkında bir tasarruf söz konusu olan.
Bu sözler gerçekten "hukuk bilgisizliği" ile malûl. HSYK'nın görevi Ergenekon iddianamesi hakkında karar vermek veya iddianame hazırlayan savcıları sorgulamaya almak değil. HSYK'nın görevi tam tersine, hakimin ve savcının önünde bir kalkan oluşturmak. Özlük haklarının, HSYK'nın koruması altında olduğunu bilmenin güveni içinde savcı ve hakim işini yapacak. Hiç kimse savcıya ve hakime "ayağını denk al, yoksa seni sürdürürüm" diyemeyecek. Ergenekon savcılarına bunu diyenler var mı? Var. Peki bunlar kimler? Ve sürdürmeye kalkarlarsa bu işi kimin eliyle yapacaklar? HSYK'nın çıkartamadığı kararname ile tartışılan konu da bu değil mi? Birileri Ergenekon savcılarını ve hakimlerini sürdürmeye çalışıyor, birileri de sürmeye karar veriyor. Aydınlıkla karanlık arasında süren bir savaşa tanıklık ediyoruz. Aydınlık yükseliyor, karanlık direniyor. Aydınlık yükseldikçe, karanlığın içinde kimlerin saklandığını ve ne işler çevirdiklerini görüyoruz.
Diyarbakır'daki, İstanbul'daki hakim ve savcıların sağa-sola sürülmeye kalkılması bir hukuk cinayetine tam teşebbüs fiili. Bu teşebbüs Ergenekon davası için "doğal yargıç" prensibinin çiğnenmesi demek. Aslında karanlığın çaresizliğinin, çaresizliğin getirdiği çılgınlığın bir göstergesi. Ne yapacaksınız? Güneşi balçıkla sıvayıp, karanlığı sürdürmek mümkün mü?
Fısır fısır konuşuluyor. Sizler de duyuyorsunuzdur. "Devletin bütün kirli çamaşırları (faili meçhul cinayetler ve karargâhlardaki darbe planları kastediliyor) ortalığa saçılıyor. Bu savcılara, hakimlere bir dur diyen olmazsa ortada devlet falan kalmayacak." Verilecek cevap basit: "Savcılar, hakimler işlerini yapmaz, bu kiri ve pisliği temizlemezse ortada devlet kalmayacak. Güvenliği sağlamak için verilen silahı cinayet için kullananların hüküm sürdüğü bir devleti hangi babayiğit yaşatabilir?"
Neyse ki endişe edecek bir durum yok: Ankara'da basiret ve feraset sahibi bir Adalet Bakanı, Diyarbakır ve İstanbul'da da savcılar ve hakimler var.