On İki Adanın Yunanistan'a ikram edilmesinin hikâyesi
Dün Ege Adaları’nın Yunanistan’a terk edilişinin 61. yıldönümüydü (15 Şubat 1947)…
Politik “hay-huy”lar arasında kaynadı gitti.
Oysa yıldönümleri, hatalarımızı sorgulamak açısından önemli fırsatlardır.
Olan olmuş diyelim, ama en azından “Burnumuzun dibindeki adaları neden Yunanistan’a terk ettik?” sorusunu da kendimize sormaktan vazgeçmeyelim…
Devletimiz vaz geçse de, yüreğimiz hiç vaz geçmesin.
“12 Ada” yahut “Ege Adaları” dendiğinde, kalbimiz hazin hazin vursun, şuurumuz ürpererek düşünsün…
Elimizden kaçırdığımız fırsatlara hayıflanıp duralım.
Son zamanlarımız savaş alanlarında, cephelerde vuruşarak “kan bahasına” kazandığımız yerleri diplomasi masalarında kaybetmekle geçti…
Lozan son örneklerden sadece biridir…
Cepheden cepheye savaşarak kanımızla çizdiğimiz “Misak-ı Millî” sınırlarını, Lozan’da kurulan diplomasi masasındaki mürekkeple “tashih” ettik!
Musul ve Kerkük İngiltere’ye, Adalar ve Batı Trakya Yunanistan’a gitti.
Nereler kimlere gitmedi ki?
-
1912’de Trablusgarp’ta (şimdiki Libya) İtalyanlarla kapışmışız. Aynı tarihte İtalya Rodos başta olmak üzere bazı adaları işgal etmiş. Ama Ouchy Antlaşmasıyla (1912) adaların Osmanlı devletine geri verilmesi kararlaştırılmış, ancak Osmanlı Devleti Balkan savaşlarında tükenmeye yüz tuttuğu için İtalya bu sözünde durmamış.
Herkes bizim gibi “bekle gör politikası” izlemiyor; her şeyi projelendiriyorlar ve adım adım uygulamaya çalışıyorlar.
Nitekim Birinci Dünya Savaşı hengâmesinde bile, İtalya, bu konuyu gündeme getirmiş, Almanya gibi son derece güçlü (başlangıçta) müttefikine dayanarak bastırmış. Sonuçta, Rodos dahil, tüm on iki adanın kendisine ait olduğunu hem Yunanistan’a, hem de müttefiklerine kabul ettirmiş...
Türkiye ise ancak Lozan Antlaşması’yla adaların İtalya’ya aidiyetini kabullenmiş.
İkinci Dünya Savaşı sona ererken, Almanya saflarında dövüşen İtalya, savaş sonunda nasılsa elinden çıkacağını bildiği adaları, Almanya’nın tavsiyesi üzerine Türkiye’ye teklif etmiş:
“Gelin” demiş, “her adaya bir karakol kurun, bayrağınızı çekin.”
“Milli Şef” İsmet Paşa yönetimindeki Türkiye bu teklifi geri çevirmiş. çünkü “Misak-ı Milli sınırları dışında bir talebimiz yok”muş.
Gelin görün ki, Ege Adaları zaten “Misak-ı Millî” sınırları içindeymiş!
İkinci Dünya Savaşı bitmiş. Kimilerine göre “İsmet Paşanın diploması dehası” sayesinde savaşta “bitaraf” (tarafsız) kalan Türkiye savaş sonunda “bertaraf” edilmiş.
Yunanistan dikensiz gül bahçesinde istediğini yaptırıp Ege Adaları’na konmuş. Anadolu’ya yakınlığı sebebiyle stratejik önemi haiz olan Ege Adaları’nın neredeyse tümü böylece elden çıkmış.
Bu arada Ouchy Andlaşmasıyla İtalya’nın bize iade etmesi gereken Rodos da tabii ki iade edilmemiş. Nasıl olsa arayanı yok, soranı yokmuş! (O Rodos ki, 400’ü savaş gemisi olmak üzere 700 gemilik bir donanma ile kuşatılmış, dört ay süren kanlı çatışmalardan sonra 20 Aralık 1502 tarihinde fethedilebilmişti. Devir Kanuni Sultan Süleyman devriydi)
Gerçi Lozan Antlaşmasına göre, Yunanistan, adaları silahlandırmayacakmış, ama sözünde durmamış: Adaları silah deposuna çevirmiş!
Şimdi düşünün bakalım: Acaba vaktiyle İtalya-Almanya ittifakının teklifini kabul edip adalara bayrak çekseydik ne olurdu?..
Mesela, İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki şekillenme sırasında biz de masaya oturur Ege Adaları’nın pazarlığını yapar mıydık?
Bu pazarlık sonucunda, on iki adanın on ikisi bizde kalmasa bile, üçü, beşi yedisi kalır mıydı?
İzmir bölgesinin öyle yerleri var ki, durup karşı tarafa bakamazsınız. çünkü seslenseniz duyulacak kadar yakınındaki Yunan adalarına konuşlandırılmış bataryalar içinizi sızlatır.
Oysa Yunanistan, hâlâ, ilkokul çağındaki çocuklarına “Büyük Bizans İmparatorluğu”ndan söz ederek, “Bizans mersiyeleri” ezberletir...
İstanbul’u “Geçici olarak kaybedilmiş topraklar” olarak körpe çocukların yüreklerine ve beyinlerine nakşeder.
Ne de olsa Yunanistan’ın uzak hedefleri, hayalleri, kısacası “ütopyası” var...
Bizim ise “Sınırlarımız dışında bir talebimiz yok.”
Ah Anadolu!..
Acı vatan.
-
Tarih bazen insanın yüreğini acıtır!
Bazen de yürekler acımakla kalmaz, kanamaya bile başlar.
Adaların hikâyesi yürek kanatan bir hikâyedir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.