Daha çok zaman üretelim, ama niçin?
Materyalist perspektif, zaman olgusuna ne kadar değer verdiğini “Time is money” yaklaşmıyla ortaya koyalı epey oldu. Bu yaklaşım bizde de malum olduğu üzere “Vakit nakittir” şekliyle vecizeleşmiş olarak maalesef geniş yığınların tedâvülünde bulunmakta. Materyalist algıda “madde” asıl olduğundan “zaman”da eğer nakite dönüşüyorsa, dönüştüğü nakit nisbetinde değerlenmiş olmaktadır.
Bu nedenle de bir insanın başarı düzeyi, onun kazanç düzeyiyle ölçülür oldu. Bilgi de böyledir. Ekonomik bir girdiye dönüşmeyen bir bilginin fazla bir değeri yoktur.
Materyalist perspektiften “zaman”a atfedilen değer bir de onu “eğlence”ye ne kadar tahvil edebildiğimizle alakalıdır. Yani, eğer, sahip olunan zaman eğlenmekle tüketilebiliyorsa iyi değerlendirilmiş olur. Eğlenceden de kasıt, dünyevî hazların maksimum düzeyde yaşanması çabasıdır.
‘Hazcılık modern insanın en önemli hayat gâyesidir, kutsalıdır’, dersek abartmış olur muyuz? Sanmıyorum.
Bu yüzdendir ki, modern bilimler, insan hazzının en uç sınırlarını çalışıyor ve insana; matematiksel anlamda, zevkleri maksimum düzeyde yaşama imkânı sunmaya gayret ediyor. Bunun bireysel ve toplumsal pratiği de bir tür kendi bedenine tapınma ayinine dönüşüyor.
Materyalist modern insan, hayatı bu minvalde inşa ediyor. Bilimi ve ürettiği teknolojiyi de buna dayanak kılıyor. Meselâ teknolojiyi kendisine daha fazla zaman üretmesi için kurgulamakta. Her türlü ulaşım büyük bir hızla gerçekleştirilmekte, mekânlar fiziksel olmasa da ulaşımdaki hızla biribirine yakınlaştırılmakta. Dünyanın diğer ucuna bir günden az bir zaman diliminde ulaşabiliyorsunuz. çok uzak mesafedeki bir bilgiye hızlı ulaşıp, bir habere ânında bağlanabiliyorsunuz. Bunlar da bize daha fazla vakit kazandıran etmenlerdir.
“Daha fazla vakit üretelim, ama niçin?” sorusu çok önemlidir.
Modern insan, muhatap olduğu olguları modern zihin kodlarıyla anlamlandırdığından, mekân değişse de zihin yapısı değişmediğinden, bu soruya aynı perspektiften yanıt verecektir. O da, “kazanmak ve tüketmek” olacaktır.
Her yeni yıla girerken gözlemlediğim bir husus var: İnsanların yeni bir yıldan en büyük beklentileri illa ki “kârlı bir yıl temennisi”. Batı’da da Doğu’da da bu beklenti pek değişmiyor. Bu vasatta bir Alman ile bir çinlinin yeni yıldan beklentisi dünyevî kâr beklentisinde ittifak ediyorsa, zihin kodların kültürel dayanakları farklı da olsa, madde özelinde aynılaştığını gösteriyor.
Evet, modernitenin sihirli iki kavramı; “kazanmak” ve hedonistçe “tüketmek”tir. Modern insan bununla mutlu olacağına ikna olalı çok oldu. Bunun içindir ki, hayat tarzı daha çok üretmeye ve tüketmeye kurgulanmıştır. Hem nakit hem vakit üretecek ve bunu da eğlenceye tahvil edecek bir insan modeliyle karşı karşıyayız. Mutlu olmanın sırrı bu kısır döngüde aranmaktadır.
İnsan fıtratına ve insanın bu dünyadaki varoluş amacına aykırı bir yaklaşım. Bunun vardığı nokta da, modern insanın sebebini tam bilemediği, ama, cenderesinde kıvrandığı “varolmanın anlamsızlığı krizi”dir.
Burada, modern dünyanın dindar insanının da bu süreçten payına düşeni aldığını hatırlatmak isterim. İnsanlığın içine düştüğü buhranlara bir çözüm paketi sunacak imkâna sahipken modern insanın hazcı dünyasının iğvasına kapılmak ne büyük çelişki!
Daha fazla vakit üretmek kötü bir şey midir? Elbette değil. Ama bu, vakti nasıl anladığınıza ve nasıl tavzif ettiğinize bağlı.
“İslâmî perspektiften “vakit” nedir? sorusuna alacağınız özlü cevap “hayat”tır, olacaktır. Vakit değerlidir ama nakit mânasında değil. Zira nakit paradır ve para dünyayla alakalıdır. Vakit ise insana Allah (C.C)’nun bahşettiği ömürdür, hayattır, sonsuz âhiret hayatının renginin belirlendiği geçici bir duraktır. İnsana gönülden gelerek kulluk edebilsin diye bahşedilmiştir. Bu yüzden de insanoğlunun hayatında vakitten daha değerli bir şey var mı?
İslâm öğretisinde “zaman”, insana, Allah tarafından verilmiş bir “emânet”tir. Evet, bir emânet. Emâneti veren emânetine nasıl bakıldığını da bir gün soracaktır elbet.
Efendimiz şöyle buyurdu: "Kıyamet günü, dört şeyden sual edilmedikçe, kulun ayakları (Rabbinin huzurundan) ayrılamaz. Bunlar: ömrünü nerede harcadığı, ne tür ameller işlediği, malını nerede kazandığı ve nerelerde harcadığı, vücudunu nerede çürüttüğü hususlarıdır.." (Tirmizi: 4/612, hn. 2417, Dârimi: 1/144, hn. 537).
Kur’an’ın övgüsüne mazhar olmuş “selef-i sâlihîn”in de daha fazla vakit arayışında olduğunun örnekleri var. Ama şu farkla ki, onlar; kendilerine boş vakit üretmeyi “daha çok ibâdet” edebilmek amacıyla arzuluyorlardı.
Yukarıdaki soruyu gündemimize almak sizce de önemli değil mi?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.