Bedeviyet ve medeniyet
Her şeyden önce bil ki, İslâm bedevî dinî değildir. İslâm medeniyettir, bedeviyet değildir...
Kırsal kesim, varoş kültürüyle ve zihniyetiyle İslâmî hizmet yapılamaz.
İslâm'ın üç boyutu vardır:
1. Bilgi, inanç, kültür boyutu. Bu boyut mutlak mânada DOĞRU olanı bildirir ve sergiler.
2. Aksiyon, ahlak, fazilet, karakter boyutu. Bu boyut İYİ olanı bildirir ve gösterir.
3. Sanat, estetik, zarafet boyutu. Bu da GÜZEL'i gösterir, sergiler.
Bedevîler de Müslüman olabilirler ama İslâm'ı temsil edemezler, İslâmî hizmetleri tekellerine alamazlar.
İslâmî hizmetleri yüklenecek kimselerde şu özellikler ve hasletler bulunması gerekir.
İslâm'ı hakkıyla anlamış olacak, yani İslâmî kültür ve birikime sahip olacak.
İçinde yaşadığı çağın genel kültürüne sahip olacak.
Şehirli ve medenî olacak.
Kesinlikle kırsal kesim kafalı ve zihniyetli olmayacak.
Vasıflı Müslüman olacak.
Güçlü Müslüman olacak.
Üstün Müslüman olacak.
Bir örnek vermek istiyorum: Müezzinlik...
Müslümanlar arasında hiç itibarı olmayan bir hizmet... Hangi varlıklı, zengin, hatta orta halli Müslüman aile, çocuğunu müezzin olarak yetiştirmek ister?
İslâm'ı en iyi anlamışlar listesinin baş taraflarında yer alan Hz. Ömer el-Fâruk ne diyor:
"Halife olmasaydım, müezzin olmak isterdim..."
Bana zengin, üst tabaka, varlıklı bir aileden gelip de camide imamlık yapan bir kimse gösterebilir misiniz? Gösteremezsiniz. Halbuki, dev şehirdeki üç bin caminin en az 300'ünün imamlarının zengin şehirli çocukları olması gerekir.
Bir toplumda en büyük hizmeti öğretmenler, eğitimciler yapar. Kaç zengin ve şehirli Müslüman çocuğu öğretmen olmuştur?
Altmış senedir bu işlerin içindeyim, çok iyi biliyorum... En zeki, en kabiliyetli, en istidatlı, en parlak çocuklarımızı ya doktor yaptık, ya mühendis... Niçin? Sormaya ne hacet...Bu mesleklerin parası çok da ondan.
Adam zengin, üç oğlu var. Bunlardan en kabiliyetli ve istidatlı olanını din alimi yetiştirmesi ve cami imamı yapması gerekirdi. Din ilimlerini Mısır'da, dünya ilimlerini Oxford'ta okumuş, yüksek lisans yapmış, doktora vermiş, altı lisan bilen, yabancı dillerde ilmî kitap yazabilen, evindeki dekorasyona hayran kalacağınız, kibar, nezih, kâmil, edib, lebib bir imam...
Grigori Petrof'un Mefkûreci (idealist) Muallim adında küçük bir kitabı var. Çarlık zamanında, Moskova Üniversitesi'nde matematik lisans profesörlüğü yapan genç bir akademisyen, Millî EğitimBakanlığı'na dilekçe verir ve uzak, geri kalmış, bakımsız bir Sibirya köyünde öğretmenlik yapmak istiyorum; böyle bir yere tayinime emir buyurulmasını talep ederim der.
Bizde böyle kaç idealist zuhur etmiştir?
Velhasıl tekrar ediyorum:
Kırsal kesim, varoş, bedeviyet zihniyetiyle İslâmî hizmet olmaz.
Merkantilist ve hedonist kafayla İslâmî hizmet olmaz.
İslâm'ın yüzeyinde kalmış kuru ve kaba sofulukla İslâmî hizmet olmaz.
İslâmî neş'esi olmayanlar hizmet edemez.
İnce ruhlu olmayanlar da hizmet edemez.
İmamlık, müezzinlik, müftülük gibi ulvî hizmetlere; zengin ailelerin rağbet etmedikleri bir İslâm toplumu iflah olmaz.
İslâmî hizmet ve faaliyetlerin paraya, madhi menfaate endeksli olduğu bir İslâm toplumu ıslah ve iflah olmaz.
İslâm medeniyet, mürüvvet, fütüvvet, ilim, irfan, ahlak, fazilet, necabet, nezaket, nezafet, mücamele demektir.
Müslümanlar edebiyatta, sanatta, mimarlıkta, şehircilikte, dekorasyonda, giyimde kuşamda, serpuşta, tesettürde, bahçe ve peyzaj mimarisinde, sosyal adalette, her türlü insanî yardımlaşmada; karşıtlarından üstün olmak zorundadır.
Peygamberin nasıl karpuz yediğini bilmediği için bütün ömrünce karpuz yememiş... Asıl dindarlık bu değildir.
Müslümanlar Müslüman olsaydılar, insanlık fevc fevc İslâm'a koşar, hidayet bulurdu.
Lafla değil bilgiyle, aksiyonla, sanat ve güzellik ile vasıflı ve güçlü Müslüman olmak...
Silik bir gölge gibi
Peygamber "Ya Rabbi, faydasız ilimden Sana sığınırım" buyurmuş. Faydasız ilimden beteri de var: Zararlı bilgi...
İnsana faydalı bilgi ve kültür gerek. Kutlu bilgi... İşin başı bu.
Böyle bir bilgiye sahip olan kişiye iman nasip olur.
Sahih bir itikad ve iman.
Faydalı kitaplar okumak, doğru ve yararlı bilgiler edinmek ne güzel şey, ne büyük zevk.
Faydalı bilgileri öğrenmek ve bunları hayata geçirmek...
İlmin yanında irfan da gerek. İrfan... Bu kelime ve kavramın mânasını iyice bilen kaç kişi çıkar.
Bilgisi var, irfanı yok. Tek kanatla uçan kuş gördünüz mü?
İlim ve İrfan... Ondan sonra iyi ahlak gerekir. Ahlak (huylar) ikiye ayrılır: Memduh ahlak ve mezmum ahlak. Memduh övülmüş, beğenilmiş demek, mezmun kötülenmiş...
Bir topluma yapılabilecek en büyük kötülük, o toplumdaki şerirlere ilim öğretmektir. Hz. Ali "Eşrara (kötülere) ilim öğretmek, eşkıyaya silah temin etmek gibidir" buyuruyor.
Bilgili, irfanlı, yüksek ahlaklı kişiye güzellikler lazımdır. Güzel olmayan, güzellikleri olmayan hayat ne kadar boş.
Bahar gelmiş, bahçeler yeşillenmiş, badem ağaçları çiçek açmış. Küçük dere şırıl şırıl akıyor. Kuşlar ötüşüyor. Hava mülayim. Bir gölgeye halı serilmiş. Semaver yanmış, çay demleniyor. Yanında peynir, zeytin, buğday ekmeği. Üç ehl-i dîl dost, birkaç kitap... Peynir ekmek yeniyor, çay içiliyor, sohbet ediliyor. Gıybet ve dedikoduyok. Tasavvuf, edebiyat, tarih, sanat, hikemiyat... Zaman zaman mısralar, beyitler, kıt'alar, rubaiyat okunuyor. Vaktin nasıl geçtiği anlaşılmıyor.
Bir kişide ilim, irfan, ahlak, fazilet, hikmet, mürüvvet varsa onda gurur, kibir, nahvet, kendini beğenmişlik olmaz.
Mavi gökteki bulutlar, firuze deniz, tepesindeki karlar henüz erimemiş dağ, çığlık çığlığa uçuşan kırlangıçlar, birbirleriyle oynayan üç kedi yavrusu, mis gibi kokan hanımeli... Akşam yemeğinde tarhana çorbası, bulgur pilavı, erik kurusu hoşafı... Ya Rabbi!.. Ne güzel ziyafet.
İnsanlar birbirlerinin meleği... Komşular ne kadar sevgi, merhamet, dostluk dolu...
Her yer güven içinde, kapıları kilitlemeye lüzum yok.
Kanaatle yaşayan kişiler maddî sıkıntı çekmez.
Olgun kimseler küçük sanılan nimetlerden büyük zevk alır, çok mutlu olur.
Küçük iyilikler... Pencere kenarına serçeler için bir avuç tane koymak... Zalimin birinin sokağa attığı küçük kediyi doyurmak... Yürürken karıncaları ezmemeye dikkat etmek. Bayatlamış ekmeği yanına alıp vapurla karşıya geçerken martılara ikram etmek... Hastahanenin önündeyken içerideki hastalara dua etmek.
Sağlığına, elinin ayağının tuttuğuna, kafasının çalıştığına, rızkına, geçimini sağladığı gelire, çatısı altında barındığı meskene, üzerinde uyuduğu yatağa, giydiği elbiselere şükr etmek... Bunların ne büyük nimetler olduğunu idrak etmek.
Zenginlere asla imrenmemek, gıbta etmemek...
Kendisinden fakir olanlara üzülmek, yardım etmek.
İyilik edemiyorsa kötülük etmemek.
Bu dünyada silik bir gölge gibi yaşamak. Şöhretin âfet olduğunu bilmek.
Sessiz sedasız, gösterişsiz, iddiasız bir hayat sürmek.
Övgülerle sövgüler indinde bir olmak.
Hiç ben dememek.
Bir varmış bir yokmuş olacağını bilmek.
Ölmeden önce ölebilmek. Ne büyük rütbe...