Demokratik açılım ve ana dilde eğitim
Kürt meselesini çözmeyi hedef alan demokratik açılımların nirengi noktasını dil konusunun oluşturacağı anlaşılıyor. Geçen hafta STV de M.Türköne ile F.Mercan’ın hazırlayıp sunduğu programın konuğu Diyarbakır Sanayi odası başkanı Galip Ensarioğlu’ydu.
Konu Kürt meselesi olunca D.Bakır Sanayi odası başkanının davet edilmesi uygun görülmüştü.
Ensarioğlu soğukkanlı,akıllı bir üslupla Kürt sorunu ile ilgili düşüncelerini dile getirdi. Daha önce Diyarbakır DYP il başkanlığı da yapan Ensarioğlu’nun düşünceleri DTP’nin öteden beri savunduğu düşüncelerle birebir aynıydı. Tek fark Ensarioğlu’nun daha politik, daha ılımla hatta daha taktiksel bir dil kullanmasıydı.
Gezip gördüğü yerlerden verdiği örneklerle anadilde eğitimi savunurken,çok basit, aslında anlamsız şekilde mesele edilmiş bir problemin ne kadar önemsiz bir mesele olduğuna bizi ikna etmeye çalışıyordu. Kendisini seyredenlerde, bu kadar basit bir meseleyi nasılda büyütmüşüz imajı oluşturmaya çalışıyordu.
Seyredenleri ne kadar ikna etti bilemem, ama Türköne’nin onu dinlerken mest olmuş hali görülmeye değerdi.Hükümetin Kürt açılımı herhalde Ahmet Türk’ü bile Türköne kadar sevindirmemiştir.
Meseleleri tartışırken hangi açılımın bizi hangi noktalara götüreceğini hem kendi tarihi birikimimize, hem de dünyadaki örneklerine bakarak değerlendirmek durumundayız. Demokrasi ile milli bütünlüğü biri için diğerinden vaz geçmeden dengeli bir şekilde korumalıyız.
Bölgede bir arızanın olduğu yıllardır devam eden olaylardan, etnik bir partinin aldığı toplumsal destekten bellidir. Siyaset kurumunun görevi bu problemi çözmektir. Ne bugünün eğilimlerine, sosyal olaylara yaklaşım biçimine kayıtsız kalarak, ne de tarihi mirasımıza ortak değerlerimize sırtımızı dönerek bu problemi çözemeyiz.
Türköne ve aynı çizgide olan bir çok yazar demokrasiyi dillerinde pelesenk ederek, bunun her sorunu çözeceğini söylüyorlar. Türköne konuyla ilgili tüm yazılarında demokrasiye atıfta bulunarak, özgürlükleri genişleterek bu meselenin çözüleceğini iddia ediyor. Demokrasiye bu kadar sihirli, olağan üstü bir gücün isnat edilmesini doğrusu anlayamıyorum.Özgürlüklerin insanları gevşettiği, yasakların kışkırttığı doğrudur. Ancak bunun istisnaları da vardır. Pergeli açtıkça daha da açılmasını isteyen, demokrasiyi etnik ayrımcılığın önündeki engelleri kaldıran bir araç olarak görenlerin varlığını da unutmamak gerekir. Bazıları için demokrasi ulaşılması gereken hedef veya toplum düzeni değil, hedefe giden yolları açan bir vasıtadır. Sınırları iyi çizilmediği takdirde bazı açılımların ayrımcılığı teşvik etmesi de mümkündür.
Dil meselesinde ise, TV ekranlarında arzı endam edenlerin çoğu fena halde bizi yanıltmaya çalışıyor. Verilen örneklerin çoğu Türkiye örneği ile mukayese edilebilecek örnekler değil. Mesela Bask bölgesi yedi bölgeden oluşuyor. Bu bölgelerin dördü İspanya tarafında, üçü Fransa tarafında kalmış. İspanya bölgesinde Bask özerk bölgesi var. Dillerini rahatça konuşan, kendi yerel parlamentoları, başbakanları olan bu bölgede ETA terörü hız kesmeden devam ediyor. Fransa tarafında bu sayılan ana dilde eğitim, otonomi, yerel parlamento gibi imkanların hiç biri yok, ETA terörü de yok. Ayrıca bu bölgedeki Bask’lıların ayrımcılık diye nitelenebilecek bir talepleri veya İspanya Bask’ıyla birleşme şeklinde bir düşünceleri de yok. Halbuki mevcut duruma göre ETA terörünün İspanya yerine Fransa’da olması gerekirdi. Diğer taraftan bir çok gelişmiş Avrupa ülkesinde de durum farklı değildir. Yunanistan’da Müslüman(Türk) azınlığın hakları Lozan’la garanti altına alınmasına rağmen Türkçe eğitim yasak, Resmi dil Yunancadır. Hollanda’da tek bir resmi dil vardır, Flamanca. İngiltere’de, Almanya’da resmi dil tektir ve sadece resmi dil ile eğitim yapılır. Belçika bu ülkeler içindeki istisnalardan biridir. Üç ayrı topluluk ve üç ayrı dil vardır. Flamanca, Fransızca ve Almanca. Ancak bu sınırsız özgürlüğe rağmen Belçika’da tehlike çanları çalmakta, Fransızca konuşan kesim ayrılık taleplerini açıkça dile getirmektedir.Geçtiğimiz günlerde hükümeti bile kurmakta zorlanan Belçika’da yolun sonuna gelindiğne dair kanaatler yaygındır. Türkiye Belçika ile de mukayese edilemez. Çünkü burada her topluluğun bölgesi ayrıdır. İç içe geçmişlik yoktur. Türkiye’de Kürt kökenli vatandaşlarımızın çoğu Doğu’da değil Batı’da yaşamaktadır. Ensarioğlu Orta asya Türk Cumhuriyetlerinden örnekler verdi. Bu örnekler de çarpıtılmış örnekler. Mesela Kazakistan’da 4 yıl önce resmi dilin kazakça olduğu kabul edildi. Sovyetler döneminde bu bölgede şiddetli bie Ruslaştırma faaliyeti yürütüldü. İnsanlar dillerini geleneklerini unuttular. Başta Rusça ile Kazakça atbaşı gitti. Şimdilerde Devlet Kazakça’yı yaygınlaştırmaya çalışıyor ve resmi yazışmalarda sadece Kazakça’yı kullanıyor. Kazakça öğretmek için okullar, kurslar açılıyor, dil öğrenimini devlet teşvik ediyor. Bütün bu örneklerden sonra Kürtçe’ye yasak mı konulmalı, hayır. İnsanlar dillerini konuşmalı, kendilerini en rahat nasıl ifade ediyorlarsa öyle ifade etmelidirler. Ama bunun sınırı, hududu iyi tespit edilmelidir. Tiyatrosunu, sinemasını isteyen yapsın. Ama resmi dil sadece bir dil olur. Eğitim öğretim dili sadece bir dil olur. İlk okul üçe kadar öğrenmek isteyenler için seçmeli ders olarak okutulabilir. Ancak bütün bu taleplerin çoğu samimiyetten yoksun taleplerdir. Daha önce dil öğreniminin serbest bırakılması istendi. İsteyenlere Kürtçe kursu açma imkanı verildi. Onca ısrardan sonra bugün tek bir Kürtçe dil kursunun olmaması bu taleplerin gerçekliğini, toplumsal ihtiyaçlara uygunluğunu göstermesi bakımından önemli bir örnektir. Bugün açılım adı altında konuşulan şeylerin çoğu halkın taleplerinden ziyade, bir gurup Marksist aydının talepleridir. Bunların bir kısmı sınırlı bir topluluğa da kabul ettirilmiştir. Dil meselesinin çözümü ile bütün problemlerin biteceği, Güneydoğu’nun zenginleşeceği, fukaralığın, işsizliğin biteceğine toplum ikna edilmiştir. Türkiye ile problemi olanların bir çoğu PKK üzerinden, açılım başlığı altına sığdırılan talepler üzerinden Türkiye ile hesaplaşıyor. Kardeşi kardeşten kopararak kendi hesaplarını görmeye çalışıyorlar. Maalesef bir çok muhafazakar aydın da buna alet oluyor. Dindar, milliyetçi insanların destekleri ile büyüyen bazı gazeteler, Apo’nun okuduğu kitaplardan, yeni ilgi alanlarına kadar okuyucularına bilgiler sunarak Kürtünde Türkünde düşmanı olan bu kişiyi meşrulaştırmaya çalışıyorlar. İnsan devletin temelidir. İnsanı mutlu etmek devletin görevidir. Kim nasıl yaşamak istiyorsa, başkalarına zarar vermemek ve bütünlüğümüzü zedelememek şartıyla istediği gibi yaşamalı. Problem şu ki, bu talepler daha huzurlu bir yaşam için değil, ayrı bir siyasi ve hukuki oluşumun alt yapısını hazırlamak için yapılıyor. Böyle olunca da en haklı talepler bile şüpheyle karşılanmayı hak ediyor.Bir ülkenin bayrağını, istiklal marşını kabul etmeyenlerin meseleyi, sadece bazı temel hak ve hürriyetlerin genişletilmesinden , ibaret gördüklerini düşünmek safdilliktir. Dilimi rahat konuşmak istiyorum demek ayrı şeydir, ben bu bayrağı bu marşı ret ediyorum demek başka şeydir. Önemli bir yol ayrımına geldiğimiz şu günlerde bütün iş hükümetin ferasetine düşüyor. Bu mesele, daha büyük problemleri tevlit etmeyecek şekilde çözülmelidir.