“Tevhid Ehli Sigara İçer mi?” I.
Sigara yasağının daha kapsamlı uygulandığı bu zamanda size çok tatlı bir yaşanmış olayı anlatacağım:
“Babam, Perşembe günleri izin kullanırdı. Perşembe akşamları da evimizde, Ömer Efendi'nin de katıldığı, Melâmi neşvesi üzere sohbetler icra edilirdi. Evimizin genişçe salonunda erkekler oturur, onun yanındaki bölmede de hanımlar sohbeti takip ederlerdi.
Sohbet, akşam altı gibi misafirlerin gelmesiyle başlar, gece geç vakitlere kadar devam ederdi, ikramların yapıldığı, ahbapların yarenlik ettiği, güzel sohbetlerdi bunlar. Ömer Efendi başta olmak üzere, erkekler sigaralarını tüttürürler, hanımlar i kendi aralarında söyleşmek imkânı bulurlardı.
Ömer Efendi gelirken yanında birkaç kişiyle beraber gelirdi. Bergamalılar diye andığımız bir arkadaş grubu vardı mesela. Muhittin Amca ve eşi Saliha Teyze, sonra Karşıyaka’dan Zübeyde ve Muhsine Hanımlar mutlaka katılırlardı. Her sohbette, ikram faslı başlayınca, harika ilahilerle ortamı coşturan berber Cemal Ağabeyimiz eksik olmazdı. Keyfi yerinde olduğunda, üç-dört ilahiyi arka arkaya söyler, bizi mest ederdi.
Bu sohbetlerden birindeydi. Ömer Efendi, her zaman olduğu gibi tevhid bahsiyle açtı sohbeti. Tevhidin gerekliliğinden, tevhid ve hakikat ehli olmanın faziletlerinden epey bahsetti. Çok güzel şeyler söyledi.
Sonra ikram arası verildi. Misafirler daha rahat oturmaya başladılar. Ayaklar uzatıldı, sigaralar yakıldı. Cemal ağabey ağlayarak Seyyid Nesîmî'den okuyordu:
"Ben melamet hırkasını
Kendim giydim eğnime
Ar u nâmus şisesini
Taşa çaldım kime ne?”
Ben de kalktım, çay servisi yapmaya başladım. Yakılan sigaraların dumanı sebebiyle, salonda âdeta göz gözü görmez olmuştu.
Misafirler arasında, Saliha Teyzelerle beraber o akşam ilk defa gelen Kadirî tarikatına mensup bir hanım da vardı. İzin alarak Ömer Efendiye şu soruyu sordu: "Deminden beri biz tevhidden, hakikat ehlinden bahsediyoruz. Hakikat ehli sigara içer mi?”
Hiç beklenmedik bu soru herkesi yıldırım gibi çarpmıştı. Bir da iklim dondu, millet kaskatı kesildi. Herkes göz ucuyla Ömer Efendiye bakmaya başladı. Acaba ne cevap verecekti? Kızmış mıydı?
Ömer Efendi hiçbir şey söylemeden başını önüne eğdi. Bir müddet öylece kaldı. Salonda çıt yok tabii. Birden ortalığa öd ağacı kokusu gibi, nefis bir koku yayıldı. Saliha Teyze fısıldayarak "Saide Hanım, öd ağacı mı yaktınız?" diye sordu. Oysa hiçbir şey yakmamıştık. Ömer Efendi, odaya yayılan kokuyu alınca, gülümseyerek başını kaldırdı.
Bu arada, soruyu soran hanım da kötü oldu. Edepsizlik ettiğini düşünüp ağlamaya başladı. Ömer Efendi onu teselli ederek “Uzülme hatun, Cenâb-ı Allah settâr-ı uyûbdur, ayıpları örtücüdür. Sizin sözünüz bize bir ikazdır. İçmeyiz inşallah bundan sonra” dedi ve sigarasını kül tablasına bastırdı. Onunla beraber çevresindeki herkes, babam, Şevket ve Ali Rıza
Amcalar ve diğerleri de sigaralarını söndürdüler. Ve sigarayı bir daha olarına sürmediler.”(M. Serhan Tayşi, Ali Emiri İzinde, Timaş y. İst. 2009, s. 146-147)
Olayı bize anlatan M. Serhan Tayşi’dir. Adı geçen Ömer Efendi, İzmir Konak Camii eski imamı ve Melami şeyhi Bergamalı Ömer Dağdaş Efendidir. Bu kıssa hoşuma gitti. Keşke bütün şeyhim diyenler de böyle olsalar.
Bir zamanlar adını vermek istemediğim, şeyhliği babadan oğla geçerek gelen ve ilmi de olan bir zat-ı muhteremin yanındaydık. Sigarasının dumanı bizi boğuyordu. Bir hoca ona sigaranın hem haramlığından, hem de kendilerine karşı kul hakkını ihlaldan bahsetti. Hiç oralı olmadı o zat-ı muhterem. Sadece “haram değil, mekruhtur” dedi.
Sanki mekruh az bir şey. Eskiler “kerahetle keramet olmaz” derlerdi. Hele de bir şeyhin sürekli mekruh işlemesi ne demek? Müritlerine hangi kötü alışkanlıkları bırakmasından ve nefis tezkiyesinden bahsedecek bu adam? Bahsetse kim dinler?
Bundan da kötü bir şey oldu. Dedi ki: “Bazen bunu bırakmak istiyorum, ama şu ‘sigara haramdır’ diyenlerin inadına bırakmıyorum.”
Bu nedir Allah aşkına? Sigaraya alimler haram diyor. “Eskiler bu kadar zararının kesin olduğunu bilselerdi, onlar da haram derlerdi.” Diyorlar. Şeriat alimlerine şeyh “inat” eder mi?
Ya şu “inadına” kelimesi de ne oluyor? Bu sözde ap açık gurur, kibir, enaniyet yok mu? Bir şeyhte bu kötü huylar ne gezer Allah aşkına?
Anlamadığım bir mesele de, her gün bir sürü fetva veren bazı alimler, çağdaş alimlerin kitaplarına itimat etmiyor, eskilerin kitabına bakıyorlar. İyi ama senin verdiğin fetva mesela yazılsa, o da mı “yeni” diye itibara alınmayacak? Yeni kitaplara ve alimlere karşı olmak ne demektir?
Ama aynı adamların babası veya dedesi on yirmi sayfa bir risale bıraksalar, onları mukaddes kitaplardanmış gibi öpüp başlarına koyuyorlar. Peki bu neyin nesi?
Bu saçmalık şuna benzedi. Bir zamanlar bir alimden Arapça dersler alan bazı arkadaşlar, nasıl bir telkin altında kalmışlarsa, ellerindeki Elmalılı Tefsiri, Ömer Nasuhi’nin Kamusu, Tecrid-i sarih gibi Türkçe kitapları satmışlardı. Neden mi? İşte o neden: “Türkçe kitaplardan ilim alınmaz.”
Bu zavallıların bazısı sonradan uyandılar ve sattıkları kitapları tekrar aldılar ama ellerinden çıkardıkları o nadir ilk baskıları bir daha bulamadılar…
www.cemalnar.com