Nusret Çiçek

Nusret Çiçek

Ankara’da 12. Ağır Ceza Mahkemesi, gündemde gergin havalar(2)

Ankara’da 12. Ağır Ceza Mahkemesi, gündemde gergin havalar(2)

Faruk Bal, “HSYK, bakanlığın hazırladığı taslak dışında istediği hakim ve savcının yerini değiştirme yetkisine sahiptir” deyince, gülmek geldi içimden.
Bu kadar da gaf olmaz...
Anayasa diyor ki, tayin taslağını Adalet Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğü hazırlar, dolayısıyla o taslağa göre de kararnameye son şeklini HSYK verir, taslağa konulmayan hakim ve savcının tayin konumunu HSYK görüşemez. Görüşme yetkisi olsaydı anayasa tayin taslağını yapmak yetkisini Personel Genel Müdürlüğü’ne vermezdi.
Bir de şu var: Sanki bu usulleri Adalet bakanı çıkarmışçasına herkes ona yükleniyor...
Halen gidişat eski tas eski hamam değil mi sayın Faruk Bal?
Yargıda ne değişti ki?
Şu var, HSYK yaptı mı oluyor. Çünkü kararlarına karşı gidilecek herhangi bir hukuk yolu yok.
Bal, bakın ne diyor.
Sabahın erken saatlerinde evlerinden apar topar alınanlara karşıymış. Yani Ergenekoncuların alınmasına... Efendim, bu kişiler kaçamazmış, göçemezmiş, yerleri, adresleri belliymiş...
Yurt dışına kaçanlar görülmüyor mu?
Normal hallerde bu görüşe ben de katılırım. Çağrı usulü yapılmadan hiç kimse evinden kelepçelenip karakollara götürülmesin (suçüstü hallerle ağır cezalık suçlar hariç), bu devri kapatalım artık. Tamam da uygulamayı Erdoğan icat etmedi, eskiden neyse bugün de aynıdır.
Diyorum ya, popülist politikacılık öylesi bir sihirdir ki insanın fehminden adalet ve de doğruluk duygularını alır götürür.
Daha dün, Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız gece yarılarında çocuklarının ve de eşinin gözü önünde kelepçelenirken bu adalet havarilerinin sesi soluğu çıkmıyordu.
O zaman neredeydiler? Bal neredeydi, Okay neredeydi?
Sincan belediye başkanı kaçak mıydı?
Köçek miydi?
Adresi belli değil miydi?
Çağırsan gelmez miydi?
Hem ne yaptı ki?
İsrail kınandı diye bizimkiler şaha kalktılar...
Hem ne oluyoruz? İsrail sizin veliniz mi, efendiniz mi, neyiniz?
Görülen odur ki bu ülkede muhalefet hiçbir dönem iyi niyetli olmamıştır, hükümet yaparsa o mutlaka yıkacaktır.
Birinci örneğimiz Akay Kavşağı’dır.
Bu kavşağın kapatılmasında hangi “kamu yararı” görülmüştür ki Çankaya Belediyesi kalkmış kapatılmasını istemiş, mahkeme de bu isteğe uygun olarak kavşağı trafiğe kapatarak Ankaralılara “geçiş yasağı” koymuş. Tarihte bu tip bir karar görülmüş müdür?
Kavşak trafiğe kapatılacak, e sonra!..
Hadi Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’nü de kapatalım...
O kadar kalabalık kanat mı takacak, ne yapacak?
“Madem CHP istiyor, biz de vermek zorundayız” mantığı mı?
İkinci örneğimiz, meslek liselerine 11 yıldır 28 Şubat karanlığında uygulanan katsayı zulmünü kaldıran YÖK’ün haklı tutumunu mahkemeye taşıyan İstanbul Barosu’nun 23 Temmuz 2009 tarih ve 39190 sayılı kararıdır.
Bu kararın gerekçesi tuhaf:
“YÖK’ün yapmış olduğu iptal konusu düzenleme, ileri sürüldüğü gibi mesleki ve teknik okulların veya meslek liselerinin önlerini açmak amacıyla yapılmamıştır. Böyle olduğunu görsek ve inansak hiç kuşku yok ki bunun destekçisi olurduk...(..) YÖK bu uygulaması ile meslek lisesi mezunlarının haklarını koruyor görüntüsü altında, aslında imam hatip lisesi mezunlarının katsayı puanı uygulanmaksızın genel (düz) lise mezunları gibi üniversitelere girmelerinin yolunu açmış bulunmaktadır.”
Zihniyet malum, o zihniyetin kafa yapısındaki adalet şöyledir: Bir kayıkta dokuz masum ile bir de zanlı varsa o kayık zanlı yüzünden hemen batırılır. Dokuz kişinin yaşama hakkı güme gider.
İstanbul Barosu, imam hatip liselerini bu ülkenin illegal eğitim yuvaları görmüş olacak ki onları zanlı, diğerlerini de masum kabul ettiği halde acımadan kayığın tamamını batırdı...
Meslek adamı böyle olur işte; kurtarmaz, batırır!
Madem kararda hedef tarihi kine dayalı olan imam hatip liseleridir, o halde dava açılırken hiç olmazsa diğer meslek liseleri ayrı tutulmuş olsaydı, baronun meslek liselerine karşı olan tutumunda samimi olduğunu anlardık. Şimdi ise anlıyoruz ki bu gerekçe samimi değildir...
Hangisi samimi?..
Ertosun’un basın toplantısındaki militarist sahneyi gördük. Vakit muhabiri İsmail Uğur, mikrofon elinde soru sorarken kıyıdan korumanın birisi seğirtiyor, muhabiri kolundan tuttuğu gibi kapı dışarı... Kolay değil, Ertosun’un zihniyet riyasetinde görev yapıyor beyefendi!
Ertosun’un açıklaması daha da tuhaf... Suikast olma ihtimaline karşı güvenlik tedbiri imiş. Aynı tedbiri diğer soru soran medya patronlarının muhabirlerine de uygulasana...
Vakit muhabiri hem sana karşı anormal bir davranışta bulunmadı ki, ayakta elinde mikrofon soru soruyordu. Mermi sıkmıyordu...
Bu da aynı zihniyet...
Basın hürriyeti ama, merdiven altı brifingleri ile Ergenekon havasından sorular sormayacaksın, sorarsan kaba kuvvet...
Yuh olsun bu karanlığın ervahına...(*) Emekli Hakim

Çanakkale kadar şehidi var Erzurum’un
Erzurum’un şehitler diyarı olduğunu herkes bilir ama şehit sayısının Çanakkale’den çok olması konusunda iddialı değilim. Yalnız anlatılanlara ve yazılı kaynaklara bakıldığında hakikaten çok gibi gözüküyor.
Gaziantepli olmasına rağmen, Erzurum’u tanıma, sevme ve bağlılık konusunda kimsenin boy ölçüşemeyeceği Ali Keskin hoca diyor ki; “Ben Erzurum’da dolaşırken abdestsiz yürümeye sıkılıyorum. Her bastığımız yerde bir şehit olması muhtemeldir.”
Bu sözü duyduğunuzda insanın inanası gelmiyor ama şehri ve civarını gezdiğinizde görüyorsunuz ki, neredeyse her metrekarede bir şehit yatıyor. Erzurum’da başlayan ve Kars’a kadar devam eden kimi yerde görünen, kimi yerde kaybolmuş “Tabyaların” sağı solu, önü arkası hep şehit kabirleriyle dolu.
“Şehidi ve gazisi bol olan beldelerin âlimi de çok olur” derler. Böyle derler ama “Çanakkale’de gayri resmi rakamlara göre 500 bin civarında şehidimiz var, fakat bilinen âlimlerin, velilerin, kanaat önderlerinin sayısı niye az?”
Evet, böyle söylenebilir. Yalnız Çanakkale’de şehit olanların kimliklerine bakarsanız; İslam’ın izzetini, Müslümanların vatanını, malını, mülkünü, şerefini, namusunu, haysiyetini korumak ve kollamak için; âlimi, velisi, sahabesi çok olan Anadolu toprakları ve diğer İslam diyarlarından gelenlerin şehit oldukları görülür.
Tabii bunları yazarken, günümüz Erzurum’unda da öyle her şey güllük gülistanlık değil. Eksiklikler var, aksaklıklar var, iyiliklerin yanında kötülükler de var. İlgisizlik, vefasızlık, nemelazımcılık gibi; tarihe, kültüre yakışmayan olumsuzluklar da var. Onlara da sıra gelecek, fakat bugün yine iyilik vadilerinde, güzellik kervanında dolaşalım.
Erzurum’a varıp da Kırkıncı Hocaefendi’yi ziyaret etmemek olmazdı. Bir öğle üzeri gidip elini öptük ve duasını aldık. Allah uzun ve sağlıklı ömür versin, Kırkıncı Hocaefendi ilerleyen yaşına rağmen zıpkın gibi. Nur’un bütün güzelliği hal dilinde kendini gösteriyor.
Erzurum’un manevi mimarlarından biri de Abdurrahman Gazi Hazretleri’dir. Onun da türbesine varıp ziyaret ettikten sonra Alvarlı Efe Hazretleri ve Fethullah Gülen Hocaefendi’nin köyleri ile yine şehidi bol eski adıyla Hasankale, yeni adıyla Pasinler civarını gezdik.
Alvarlı Efe Hazretleri ile Fethullah Gülen hocaefendinin köyleri, küçük bir ovaya kurulmuş medrese gibi. Her iki köyden de İslam’a hadim insanlar çıkmış. Yağmurlu bir ikindi üzeri, Fethullah Gülen Hocaefendi’nin köyünün sokaklarında yürüyüp, tanıyanlarından çocukluk anılarını dinledik.
Bizler öğrenim çağına gelmiş çocuklarımızın gideceği okulun ve servisinin kalitesini seçerken, Fethullah Gülen Hocaefendi o yaşlarda, Kur’an ilmi öğrenmek için aylarca kar kış, yaz bahar demeden, 7 km’lik köy yolunu her türlü tehlikeye karşı yürüyerek gidip gelmiş ve o yaşlardan itibaren rıza-i ilahi için gece gündüz çalışmaya başlamış.
Kendisini dini İslam’a adamış, her hizmetini insanlığın kurtuluşu için yapan kanaat önderlerinin, topluluklar üzerindeki etkisi herkese göre değişebilir. O küçücük ovada yeşeren bu kahramanların insanlığa nasıl tesir ettiğini araştırdığımda gördüm ki, “her hareketlerinde ve her sözlerinde, İslam’a hizmet etmeyi ve Allah rızasını kazanmayı” istemişler.
Onlar ki, bütün canlılara; saygıyla, sevgiyle, muhabbetle, güvenle, adaletle ve bunların hepsinin üzerinde bağlılıkla yaklaşabilen, davranabilen, iletişim kurabilen, bu dünyadan maddi hiçbir beklentisi olmayan, bütün beklentisini Allah’tan isteyen insanlar olmuş. İşte o beldede yetişen nice ehli ilim ve ehli Kur’an insanlar da böyle yetişmişler.
Mesela çok şaşırdığım ve hayret ettiğim iki örneği Alvarlı Efe Hazretleri’nden aktarmak isterim. Erzurum’dan Hasankale’ye doğru giderken, “Paşa Pınarı” denilen mevkide Nenehatun Şehitliği var. Alvarlı Efe Hazretleri bu bölgeden atıyla geçerken, şehitliğe yakın bir noktada atından iner, o kısmı yürüyerek geçermiş. “Şehitlerin yanından at üstünde geçmek onlara saygısızlıktır” der ve yanındakilere de böyle tavsiye edermiş.
Yine bir seferinde kendisinden çok yaşlı bir hocasını ziyaret etmek ister ama yürüyerek gitmeye takati olmadığı için şöyle bir özür haberi gönderir: “Efendim size gelmeyi çok arzu ediyorum, fakat yürüyecek halim yok, at sırtında da size gelmekten hicap duyuyor, duanızı bekliyorum.” İnsanlık adına sözün bittiği yer burası olsa gerek.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Nusret Çiçek Arşivi