Erdoğan Teziç'ten sonrası
Bugün artık koltuğunda oturmayan Erdoğan Teziç ile birlikte Yükseköğretim Kurulu'nun başından tam dört başkan geçti. Hepsi hayatta. Bugünkü YÖK düzeninin kurucusu İhsan Doğramacı, olağanüstü pragmatik ve işbitirici kişiliği ile, bu düzenin karşıtları tarafından bile saygı duyulan biri. Bir bilge olarak sözü hâlâ değer taşıyor.
Mehmet Sağlam, YÖK başkanlığından geçtiği siyasette sağlam bir çizgi takip etti. Milli Eğitim bakanlığı yaptı. Dürüstlüğü o kadar saygı gördü ki, Kamu Etik Kurulu'na başkan atanırken kimse yadırgamadı. Bugün TBMM'de Millî Eğitim Komisyonu başkanı sıfatını taşıyor. Üçüncü başkan Kemal Gürüz, 28 Şubat Süreci'ne eşlik eden günlere tesadüf eden başkanlığı ile hafızalarımızda acı bir hatıra olarak kaldı. Bu kimya profesörünün Cumhuriyet tarihi, laik hukuk gibi konularda tartışmaya kapalı bir uzman sıfatıyla yaptığı yorumlar, görevden ayrılmasıyla birlikte unutuldu.
Teziç'i göreve gelmeden önce iyi bir anayasa hukukçusu olarak tanımıştık. Mülayim bir kişiliği vardı. Yükseköğrenim düzeni hakkında fikir sahibi olmak isteyenler Erdoğan Teziç'in geçirdiği dönüşümden sonuçlar çıkartabilirler. Despotluğa açık inanılmaz keyfilik, bu ağırbaşlı adamı da yoldan çıkardı. Muhtemeldir ki, elindeki güce gözlerini dikenlerin kurduğu baskı, bu hukukçu-bilim adamını bir dizi hataya sevk etti. Görevden ayrıldığı tarih itibarıyla, Erdoğan Teziç'in göreve geldiği günden daha az dostu olduğuna eminim. Üniversite reformunun konuşulduğu bir toplantıda, rektörlerde ilave akademik kriterler aranmasını savunmuştum. Daha çok bilimsel yayın, bir yerine iki yabancı dil gibi. Mülkiye'den hocam olan Mete Tunçay, ara verildiğinde yanıma gelip beni, savunduğum şeyin yanlışlığına ikna etti. Yüksek akademik standartlar ile ahlâkın her zaman birlikte var olmadığını örnekler vererek anlattı. Fuat Köprülü ve Ömer Lütfi Barkan verdiği en çarpıcı örneklerdi.
Uzun yıllara yayılan görevlerde, görev sahibi hakkında akılda birkaç şey kalır. Benim aklımda kalan, 25 milyon dolarlık tıbbî cihaz alımı yolsuzluğu yüzünden tutuklanan Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörü Yücel Aşkın'a sahip çıkarken söyledikleri idi. Rektörler Komitesi toplantısının ardından elindeki bildiriyi okurken, bu Anayasa Hukuku profesörünün ağzından "Aşkın'a sahip çıkmak Cumhuriyet'e sahip çıkmakla eş anlamlıdır" cümlesini duymuştuk. Kime karşı cumhuriyete sahip çıkıyordu? Yargıya karşı, değil mi? Teziç'in tamamlayacağını söylediği Anayasa Hukuku kitabı, bu tecrübelerin sahibine ait olacağı için daha fazla değer taşıyacak.
Erdoğan Teziç'in asıl iz bırakan icraatları eğitim dünyasına yönelik ve hiçbiri hayırla yad edilecek şeyler değil. Üniversitelerarası Kurul'un YÖK yasa taslağını, Başbakan'a sunacağım diye alıp sümen altı etmesi ve yerine kendi taslağını sunması, üniversite düzeninin tepesinin nasıl işlediğini de göstermişti. Yine Üniversitelerarası Kurul'un meslek liselerine cazibe kazandırmak için geliştirdiği formülü gündeme almaması, eğitim sisteminin temel sorununu büyütmekten başka işe yaramadı. Eğitim sistemimizin en temel sorunu, meslek liselerinin ortaöğretimdeki oranının % 30'da kalması. Bu oran gelişmiş ülkelerde % 70'in üzerinde. Tek sebep ise, meslek liselerinden üniversiteye geçişin önünün kapalı olması. Sırf imam-hatipleri zor duruma sokmak için getirilen katsayı sınırlaması, bütün bir sistemin çökmesine yol açıyor. ÜAK, bulduğu formül ile meslek liselerinin katsayı sorununu kendi alanlarında çözmüş, ama Teziç bu formüle yanaşmamıştı.
YÖK'ün TÜBİTAK'ı yok sayması, sırf kişisel bir sorun yüzünden Ankara Üniversitesi'ne savaş açması, en önemlisi de rektör seçimlerinde YÖK'e giden listelerin cumhurbaşkanına sevk edilirken keyfi biçimde değiştirilmesi örneklerinin tek tek gösterdiği üzere Teziç dönemi bir keyfilikler dönemi olarak hatırlanacak.
Ben yine de hatanın Erdoğan Teziç'te değil, YÖK düzeninin keyfiliğinde olduğu sonucuna varıyorum. Demek ki bu kadar güç ve iktidar Erdoğan Teziç'i bile iğva etmeye yetmiş. Öyleyse sorunumuz yeni YÖK başkanından önce üniversite düzeninin köklü bir reformdan geçirilmesi.