Yahudiler, Nasiriler ve Eyüp Sultan'ı ziyaret etmek
Eyüp Sultanı ziyaret etmek
Kur'ân Yahudileri ve Nasranîleri, bir kısım rühbanlarını erbab (haline) getirip putlaştırdıkları için kınıyor.
Gerçek rabbanî alimleri, gerçek velileri, dereceleri ve rütbeleri yüksek salih kişileri sevmekte, onlara hürmet etmekte (onları putlaştırmamak şartıyla) büyük yararlar vardır. Çünkü onları sevenler, onların emirlerini ve öğütlerini tutar. Bu ise ebedî kurtuluşa ve saadete vesile olur.
Bir kısım cahiller, kendi din baronlarını çok yükseltiyor, uçuruyor, adeta putlaştırıyormuş... Maalesef zamanımızda böyle kötü şeyler olduğunu duyuyoruz.
Aklı başında hiçbir gerçek alim, velî, salih zat şahsının putlaştırılmasına razı olmaz. Bunu önlemek için elinden geleni yapar.
Yine hiçbir aklı başında bir Müslüman hocasını, şeyhini, din imamını (önderini) mürşidini rableştirmez.
Din büyüklerine alabildiğine sevgi, alabildiğine hürmet... Lakin onları asla putlaştırmamak.
Peygamberler dışında hiç kimse mâsum (ismet sıfatıyla muttasıf) ve hatâsız değildir.
İnsanî planda büyüklüğün temel şartlarından biri tevazudur.
En yüksek rütbe hiçliktir.
İnsan hiç olabilirse, ölmeden önce ölmüş bahtiyarlar zümresine katılabilir.
İnsanlar maça gidiyor, pikniğe gidiyor, gezmeye gidiyor, nargile içmeye gidiyor, iş seyahati yapıyor...
Bazı Müslümanlar da, geçmiş büyüklerin kabirlerini ziyarete gidiyor. Bir sahabenin, bir alimin, bir velinin, bir şehidin kabrine...
Oraya gidince selam veriyor. Bunun kaynağı nedir, meşruiyeti nereden geliyor? Siyer ve hadîs kitaplarımızda yazılıdır, Resul-i Kibriya aleyhi ekmelüttahaya efendimiz Medine-i Münevvere'deki Baki' kabristanına gider ve ölüleri selamlarmış. Bütün büyük ilmihal ve fıkıh kitaplarımızda Peygamberimizin ölüleri selamladığı ve ardından dua ettiği yazılıdır.
Eyüb Sultan semtine gittik ve Peygamberimizin bayraktarı ve mihmandarı Eba Eyyub el-Ensarî radiyallahu anh efendimizi ziyaret ettik. Peygamberimizin Baki' kabristanında yaptığı gibi selam verdik, selamdan sonraki duayı okuduk. Ayrıca üç ihlas ve bir Fatiha okuyup, bundan hasıl olan sevabı önce Hâce-i Kainat Resulullah Efendimiz'e, diğer bütün Peygamberan-ı izama, Hz. Adem Safiyullah'tan bu yana dünyaya gelmiş ve dünyadan göçmüş mü'minlerin ruhlarına, bu arada yakınlarımızdan ahirete göçmüş onlara bağışladık... Bu anlattığım şeyde ne gibi bir kötülük var ki, Vehhabîler ve Vehhabî sempatizanları avaz avaz "Şirktir, küfürdür, azim günahtır, sakın ha sakın ha!.." diye bağırıyorlar?
Bazı cahil karılar türbelere gidip uygunsuz işler ediyor diye kabir ziyareti yasak mı edilsin?
Elimde beni zorlayan çok ağır bir bavul olsa. Oradan geçen bir tanıdığıma "Aman şu ağır yükü götürmekte bana yardım et..." desem, müşrik mi olurum?
Tevessül ve istigasa şirk değildir.
Ehl-i Sünnet ile Vehhabîler arasında ne kadar ihtilaflı mesele, uzlaşmazlık, tartışma konusu varsa, bunların hepsinde Ehl-i Sünnet haklıdır.
Elbette kabir ziyaretinin edepleri ve rükünleri vardır. Bunlar Ehl-i Sünnet kitaplarında yazılıdır.
Vehhabîlere kalırsa, o müşrik, bu kafir, dünyada pek az Müslüman kalır.
Din kardeşlerime acizane ve naçizane tavsiyem şudur: Malâyâni ile uğraşacağınıza, günah mekanlarına gideceğinize, sık sık piknik yapacağınıza din büyüklerinin mezarlarına ve kabristanlara gidiniz. Mesela Eyyub Sultan'a. Oradaki camide namaz kılınız. Bir kenara çekilip Yâsîn okuyunuz, sevabını bağışlayınız. Büyük mânevî bereketlere ve feyizlere nail olursunuz.
Mazanne-i kiramdan merhum Şeyh Muhammed Zahid hazretleri önemli işlerden, mesela hacca gitmeden önce Eba Eyyub el-Ensarî radiyallahu anh efendimizi ziyaret ederlerdi.
Vehhabîlere uyan çok zarar ve ziyan eder.
Allahü Teâlâ'nın iradesi ve yaratması olmadan tek hücreli bir amib bile kıpırdanamaz.
Şirk arayanlar, krallarına Celaletü'l-Melik el-Muazzam diyenlere baksınlar.
Din büyüklerini, rabbanî alimleri, evliyaullahı, şühedayı, sülahayı sevmek, selamlamak, onları vesile kılmak niçin şirk olsun?
Tevessül ve istigasenin meşruiyetine dair Ehl-i Sünnet ulemasının sayısız kitabı var. Bunlardan bir tanesinin ismini vereyim: Yusuf İsmail en-Nebhanî hazretlerinin Şevahîdü'l-Hak kitabının tercümesi. Vehhabîleri dilsiz bırakan güçlü bir ilmî eser... Tereddüdü olanlar alıp okusunlar, aydınlansınlar. (Bedir Yayınevine telefon edin, sizin için tedarik etsinler. 0212/519 36 18)
İslam'ın zâhiri ve bâtını
Bundan üç yüz sene kadar önce İstanbul'da kaba sofu, kışırda kalmış bir grup "Bir camiye bir minare yeter, diğer minareler yıkılmalıdır" tartışmaları yapıyordu. Allah onlara ve bütün mü'minlere rahmetiyle muamele buyursun, bu tartışmalar yersizdi. Şekle bakacak olursak, Asr-ı Saadet'te hiç minare yoktu, onların zihniyetine göre hepsini yıkmak gerekirdi.
Bu münakaşalar şiddetlenince zamanın Padişah'ı emir vermiş, kaba sofular Ege denizindeki adalardan birine sürülmüşlerdi.
Minare olması, bir camide birkaç minare bulunması dinin esaslarından değildir. İslâm dini, Peygamberimizin sağlığında tamamlanmış, o da bu ilahî dini ve şeriatı insanlığa, hiçbir hükmünü saklamadan tamamen tebliğ etmiştir.
Asr-ı Saadet'te, Kur'ân-ı Kerim Mushaf halinde yazılmamıştı. Bu hizmet Hz. Ebubekir zamanında yapılmıştır. Hz. Osman zamanında da çoğaltılıp İslâm dünyasına gönderilmiştir.
Hz. Peygamber devrinde bugünkü gibi fıkıh ekolleri, mezhepler yoktu. Bunlar daha sonra oluşmuştur.
Mushaf nasıl bid'at değilse, fıkıh mezhebi de değildir. Mushaf'ta Kur'ân'ın metni toplanmış, fıkıh ekolleri ise Sünnet'in ışığında Kur'ân hükümlerini sistematik olarak ortaya koymuştur.
Asr-ı Saadet'te mezhep mi vardı, fıkıh mı vardı, bunlar bid'attir diyenlere kalırsa camilerdeki minareleri de yıkmak gerekir.
İslâmî bilgilerin bir dış şekli, zâhiri vardır, bir de ruhu ve bâtını.
Namaz fıkıh kitaplarında anlatıldığı gibi kılınır. İftitah tekbiri, kıraat, kıyam, rüku, secde... Bunlar namazın şeklî unsurlarıdır, zâhiridir. Bir de namazı dosdoğru kılmak, huşû ve hudû ile kılmak, sen O'nu göremiyorsun ama O seni görüyor bilinci ile kılmak... Tüyleri ürpererek, mânevî bir mi'rac'ta olduğunu bilerek, dünyayı unutarak hakkıyla kılmak. Bu da o ibadetin bâtın ve ruhi tarafıdır.
Ezan elbette fıkha göre okunacak... Lakin bu ezanın mânevî, ruhanî, bâtınî tarafı da vardır. Aşksız, şevksiz, muhabbetsiz, İslâmî neş'esiz, kaba saba biri hoparlörü sonuna kadar açmış, mikrofonu ağzına iyice yaklaştırmış, bed sesiyle avaz avaz ezan bağırıyor... Böyle ezan olur mu?
Eskiden çölde Arap kervancılar aruz vezniyle neşideler okuyarak develeri coştururmuş... Develer bile vezinden güzel sesle okunan neşidelerden duygulanıyor.
Âlimler tecrübeler yaptılar ve yanlarında kaliteli musikî icra edilen veya çalınan bitkilerin daha çabuk büyüyüp geliştiğini tesbit ettiler.
Böyle musiki dinleyen ineklerin sütü daha fazla oluyormuş.
Rock müziği dinleyen tavukların yumurtaları azalıyormuş, bu berbat musikî uzun müddet devam ederse hayvanlar hastalanıp ölüyormuş. (Altı ay kadar önce Çin'de 800 tavuk bu yüzden öldü...)
Güzel sesle, usûlüne göre, hoparlör sonuna kadar açılmadan güzelce okunan ezanlar insanlara huzur verir, onları mutlu kılar. Avaz avaz bağırılan ezanlar (Ezan dolayısıyla değil) yüksek sesli hoparlörler yüzünden tedirgin eder. Kutsal ezan ile ses kirliliğini bir araya getirmek ne kadar kötü bir şey.
Sivas'ın Divriği ilçesinde 700 sene önceden kalma tarihî bir cami var. Bir mimarlık, bir sanat, bir bediiyat şaheseri. Türkiye'de son kırk yılda 40 bin yeni cami yapıldı. Cami yapımı için yekun olarak milyarlarca dolar para harcandı ama bir tek Divriği Camii gibi şaheser ortaya konulamadı.
Yıllar önce İhyâ'da okumuştum: Bir zat rüyasında Peygamberimizin huzurunda Kur'ân'ı hatm etmiş. Bitince Resûl-i Kibriya Efendimiz "Ya filan, iyi okudun ama, hani göz yaşı?.." buyurmuşlar.
Sadece zahirle, kuru şekille olmaz. Bunların yanında aşk, şevk, neş'e, göz yaşı, heyecan, ürperti gibi unsurlar da gerekir.
Gerçek bir sofuda gurur, kibir, enaniyet, hubb-i riyaset olur mu?
Gerçek bir sofu hiç gıybet ve nemime eder mi?
Gerçek sofu sakal ve sarık gibi sünnetleri yerine getirdiği için hiç ucba ve gurura kapılır mı?
Gerçek sofu, hiç doyduktan sonra yemeye devam eder mi?
Gerçek sofu, "Benim şeyhim şeyh, benim tarikatim tarikat, ötekilere aldırma..." der mi?
Olgun Müslüman yeryüzünde doğrunun, iyinin, güzelin timsalidir. Ona bakan onda İslâm'ı görür.