İhanet
İdeolojiler, kitleler için felsefenin zengin dünyasına bir kapı aralar. Yine de bu kapıdan girmek zordur. Teorik donanımı olmayan sıradan insanlar ideolojik önermelerin felsefî gerekçelerini kavrayamazlar. Diğer ideolojilerle rekabet ederken devreye basit formüller ve nihaî olarak sloganlar girer. Toplumsal ve siyasal gerçekliği sloganlaştırmak hayattan kopmak demektir.
Bu yüzden ideolojiler siyasî eğilimlerin ve eylemlerin sebebi değil bahanesi olurlar. Her ideoloji kitleselleştikçe basitleşir. Basitleşmenin en ileri noktası, kazların bile gündelik hayatlarına yetecek birkaç slogana dünyayı hapsetmektir. Bu da yetmez. Bazıları için sloganlar bile fazla karışıktır. O zaman devreye "bizden olanlar" ve "bizden olmayanlar" tasnifi girer. "Bizden olmayanlar" ise iki gruba ayrılırlar: "Hainler" ve "dönekler". Karşıdakileri "bizden olmayanlar" olarak görenler ve onları da ihanetle suçlayanlar kendilerini de yok edecekleri şiddetten başka hiçbir şey üretemezler.
Kurtuluş Savaşı, Balkan Savaşları ile başlayan uzun bir savaş döneminin son merhalesidir. Siyaset ayağa düşmüştür. Eline silahı alıp, "bu ülkeyi en iyi ben yönetirim" diye meydana çıkanların hesapları yanlıştır. Bu yanlış hesaplar görülürken en çok duyulan söz "ihanet"tir. "İhanet" sözü, siyasî çıkarı için ülkeyi gözden çıkartanların ağzından düşmez. Enver Paşa "hain"dir. "İhanet" suçlamasında bulunanlar ise "Edirne'yi Enver kurtaracaksa Bulgarların elinde kalsın daha iyi" diyen Halaskâr Zabitan subaylarıdır.
Ankara Hükümeti yurdun işgalden kurtarılması için kolları sıvarken İstanbul Hükümeti'nin "ihanet" suçlamasına maruz kalır. Kime? Padişaha. Aslında İstanbul'daki İngiliz işbirlikçilerine karşı çıkmak ihanet sayılmaktadır. Büyük Millet Meclisi açıldıktan tam bir hafta sonra bir kanun çıkartarak bu suçlamalara cevap verir. Verdiği cevap bir "ihanet" ölçüsü koymaktır. Büyük Millet Meclisi'nin çıkardığı birinci kanun, İstanbul'da Meclis-i Mebusan'ın görüşmesine başladığı ama bitiremediği "aşar kanunu"dur. İkinci kanun ise (kendi gerçek gündemi ile birinci kanun) "Hıyanet-i Vataniye Kanunu"dur. Bu kanun ihaneti tanımlamakta ve vatana ihanet suçuna bir ceza ihdas etmektedir. Bu kanuna göre "Büyük Millet Meclisi'nin kararlarına ve otoritesine karşı çıkmak vatana ihanet demektir."
Savaşlarda ihtiyaç duyulan şey dost ile düşmanı birbirinden ayırmaktır. Cephe gerisinde verilen savaşlar hiçbir zaman cephedeki gibi safları açığa çıkartmaz. Hedef düşman olunca, gözden geze, oradan arpacığa giden düz bir çizgiye ihtiyaç vardır. Savaşmak yerine siyasetle çözüm arayınca birbirini kesen onlarca çizgi ortaya çıkar. Siyasî çıkarlarının peşine düşenler ise safları sıklaştırmak için savaş taktiklerini kullanırlar. Kalın bir çizgi ile kendilerini ayırıp geri kalanları "hain" olarak nitelerler. Siyasî üslup içinde kullanılan "ihanet" sözcüğü, bir türlü temellendirilemeyen ve meşrulaştırılamayan çıkarları, çoğu zaman ülkenin aleyhine olan siyasî çıkarları gizlemek için kullanılır.
En çok namustan bahsedenlerin namussuz olması gibi, en çok ihanetten söz edenlerin de kendilerine dair bir ihanet kuşkusu vardır. En masumundan lâftan anlamayan yandaşlara "safları sıklaştırın" mesajı, karşı tarafı hain ilan ederek verilir.
Orta Afrika'dan genişçe bir arazi satın alıp, dünyayı iki renkten ibaret görenlere yeni bir vatan kursak. Gece karanlıkta dışarı çıkmadıkları takdirde "bizden olan ve olmayan"ı ayırmakta zorluk çekmeyecekleri bir ülkede onları yaşatsak. İnsanların ırklarını araştırıp kafa karışıklığına düşeceklerine, farklı olanı bir bakışta anlayabilseler...
Kimse hain değil. Kimse ihanet içinde değil. Bu ülke hepimizin. Eğer kafası karışanlar için bir ölçü arıyorsak ve bu ölçüyü millette bulacaksak, millî iradeye bakacağız. "Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin iradesine karşı çıkan vatan hainidir."