“Kürt sorunu”, “açılım, “çalıştay” vs. vs.
“Kürt sorunu”nun çözümü için, belli bir “süreç” yaşanıyor. Bunu dün DTP Genel Başkanı Ahmet Türk ile görüştükten sonra, Başbakan Erdoğan da tekrarladı. Bu süreç içinde en fazla dikkatli olması gereken isim, şüphesiz Sayın Başbakandır. Zira bu konuda esas fonksiyonu ifa edecek kişi, hükümet başkanı olarak bizzat kendisidir. Onun yapacağı veya kendisine yaptırılacak herhangi bir hatanın telafisi çok zor olabilir! O sebeple çok dikkatli olmalıdır...
Devlette “kolektif aklın varlığı ve işlevselliği” söz konusudur. Lakin kimi zaman kolektif akıl, âdeta tatile çıkar ve devlette öyle hatalar yapılır ki, bunun yol açtığı tahribat on yıllarca sürüp gider. Misal mi istiyorsunuz? 12 Eylül döneminde Milli Güvenlik Konseyi’nin altına imza attığı “Kürtçe konuşmak yasaktır...” kararının nelere yol açtığını tam olarak anlayabildik mi acaba? Yahut Diyarbakır Cezaevinde yapılan insanlık dışı muamelelerin sebep olduğu korkunç yıkımları, doğru değerlendirebildik mi?
Kürt meselesinin gerçekten ne olduğunu, esaslı şekilde tanımlayabilmek için öncelikle, bu meselenin kaynağını-kaynaklarını tam olarak tespit etmek şarttır. Acaba şimdiye kadar bu yapılabilmiş midir? Doğrusu çok şüpheli... Şayet meseleye tam ve doğru teşhis konulabilmiş olsaydı, çeyrek asır boyunca daha etkili tedbirler de alınırdı. Ama her kafadan bir ses çıkınca ve problemin temeline inmek yerine, günü kurtarma derdine düşünce, bugünkü netice karşımıza çıktı. Demek ki, devlet dediğimiz aygıt bazen göz göre göre yanlış yapar ve ne yazık ki, yanlışta da ısrar edebilir!..
Kürt meselesinde çalıştaylar filan yapılıyor. Buralara çağrılan kişilerin, nasıl ve neye göre seçildiğini pek bilmiyoruz. Zira ülkemizde bazen işler el yordamıyla yürür... Yani sesi fazla çıkan veya bir biçimde popüler olmuş bazı isimler, her derde deva olarak her yerde sunulur. Fakat sonuç çoğu kez parlak değildir... Yalnız, Sayın Devlet Bahçeli’nin çalıştaya katılan değerli meslektaşlarımıza; “12 kötü adam” benzeri ithamlarda bulunmasını, tasvip etmek mümkün değil elbette. İnsanları toptan karalamak çok yanlış.
Konuyu dağıtmadan, yeniden Sayın Erdoğan’ın sorumluluğuna gelelim: AK Parti iktidarı ve onun lideri, samimi ve kararlı olarak bu meseleyi çözmeye niyetlenmiş görünüyor. Bu meselede gerçek bir çözüm, ancak geniş bir mutabakatla mümkündür. Dolayısıyla Sayın Başbakan’ın kapısı herkese açık olmalıdır. Şimdiye kadar DTP’ye konulan mesafe, anlaşılabilir sebeplere dayansa da, esas hedef düşünüldüğünde pek isabetli değildi. Zira Anayasaya göre, “Siyasetin vazgeçilmez unsuru” ve Yasama organının da parçası olan bir partiyi yok saymak veya görmezden gelmek, izahı kolay olmayan bir tavırdır. Nihayet parti lideri sıfatıyla da olsa, Erdoğan’ın DTP Başkanı ile görüşmesi olumlu bir gelişmedir ve sürece mutlakla katkı yapar.
Başbakan aynı şekilde, Devlet Bahçeli ve partisinin aşırı sert muhalefetine ve bütün olumsuz söylemlerine rağmen, diyalog kapısını açık tutmalıdır. Yani Başbakanın bu meselede kırılma, darılma, alınma gibi bir lüksü yoktur. Mademki çok büyük bir riskin ve sorumluluğun altına girmiştir, o halde bunun gereği olan siyasi ve demokratik tahammülü de gösterecektir. Başka yolu da yoktur!..