İslam dünyasının Avrupa'sı Malezya
Malezya’nın dünyadaki haritasını bile bilmiyordum. 1993 yılında bir vesile ile Milletlerarası İslam Üniversitesi’nin İlahiyat Fakültesi diyebileceğimiz bölümünde usul-i fıkıh ve fıkıh dersleri okutmak üzere misafir öğretim üyesi olarak bu ülkeye gitmiştim. İki yıl süre ile merkezi eyalet ve bu eyaletin başkenti durumundaki Kuala Lumpur’da kaldım.
Malezya’ya gitmeden önce bu ülke hakkında çok az bilgiye sahip bulunuyordum. Hayalimde 15. Y.Y. şartlarında bir ülke tasavvuru bulunuyordu. Kim bilir hangi sıkıntılarla hangi olumsuz şartlarla karşılaşacaktım.
Singapur Havayolları ile uçtuk, 13 saat hava yolculuğundan sonra Singapur Hava meydanına oğlum Mustafa Sabri ile birlikte ulaştık. Uçak, uçaktaki donanım, verilen hizmet bizimkilere pek benzemiyordu. Son derece mükemmeldi. On üç saatlik uçuş süresinin nasıl geçtiğini bile anlayamadık.
Uçakta namaz vakti girmiş ve hayli ilerlemişti, nasıl namaz kılacaktım, bunu düşünüyordum. Bir ara hosteslerden namaz kılma yeri var mı? diye rica etmek aklımdan geçmişti, fakat nasıl karşılanacaktı, bilemediğim için bir an tereddüt gösterdim. Fakat vakit ilerleyince hostesten rica etme durumunda kaldım. Bize uçağın boş bir alanını memnuniyetle gösterdi ve namazımı burada kıldım. İlk dikkatimi çeken olumlu yönü bu idi Malezya’nın… THY uçaklarındaki hosteslere acaba böyle bir isteği iletebilir mi idim, iletsem nasıl cevap verilirdi?
İndiğimiz hava meydanı benim o güne kadar görmediğim muhteşem bir meydandı. Bir yerden ötekine raylı sistemle gitmiştik. Bizim ülkemizde o zaman bunu hayal etmek bile mümkün değildi.
Sonra ikinci bir uçakla 45 dakikalık bir yolculuk yaptıktan sonra nihayet görev yerimiz olan Kuala Lumpur’a ulaştık. Uçaktan inerken yeşillerle donatılmış, muhteşem bir bahçenin içine yerleştirilmiş bir şehir manzarası ile karşılaştım. O gün ki tabirim ile yeşili katletmeyi öğrenememiş bir milletin başkanti idi bu yerleşim alanı.
Binalar muhteşem, göz kamaştıracak güzellikle bir birbirine benzemeyen değişik mimaride gökdelenler, kondominyumlar, siteler, iki katlı ve bahçeli binlerce evden oluşan siteleri gördükçe kafam altüst oldu ve tasavvurumdaki ülke silindi, onun yerine son derece modern, güzel, yeşil ve derece mamur bir ülke geçti.
Bizi üniversiteden bir görevli karşılayıp otele yerleştirdi. Oğlum Sabri ile birlikte üniversiteye gittik ve hemen göreve başlamış olduk.
Yıl 1994, aylardan Temmuz ayı idi. İklim yumuşak, hava sıcaklığı 30 derece civarındaydı. Nem oranı fazla olduğu için hafif terletici idi. Kısa zamanda bu iklime alıştık. İki yıl boyunca değişik milletlere mensup öğrencilere ders vermeye muvaffak olduk. Bu ülkede ilim yolunda hizmet ettirdiğinden dolayı Allah’a hamd ediyorum, şükrediyorum.
Malezya’da, özellikle Kuala Lumpur’da gördüklerimden bazılarını kısa çizgiler halinde siz muhterem okuyuculara sunmak istiyorum.
Üniversite’de göreve başlar başlamaz araba satın almak üzere kredi verildi ve hemen Proton marka bir otomobil aldım. Bilgisayarım yoktu, hatta Türkiye’de böyle bir alete sahip olmak hayal iken bir de bilgisayar parası verildi. Dolayısıyla bilgisayar sahibi de oldum, bilgisayar ve internet kullanmayı burada öğrendim. İnterneti evden de parasız kullanma imkânımız oldu.
Dikkatimi çeken bir başka nokta sınıflarda kara tahtaların olmayışı, yazıların şeffaf panolara yazılması, daha önemlisi tebeşirin kullanılmaması idi. Keçeli ispirtolu kalemler kullanılmaktaydı. Türkiye üniversitelerinde hala tebeşir kullanılmaktadır. Üstelik bu ülke devrim yapmamıştı, devrim uğruna birçok canı yakmamıştı.
Üniversitenin sistemi bize pek benzemiyordu. Hocayı öğrenciler seçiyordu. Bir anabilim dalında kaç tane hoca varsa bu hocaların adları kitapçıkla ilan ediliyordu, kaydolacak öğrenciler hocalarını bu kitapçıktan kendileri seçiyordu. Burada zoraki öğrencilik yoktu. Öğrenciler istemedikleri ve beğenmedikleri hocadan ders almak durumunda kalmıyorlardı. Bazı dönemlerde bazı hocalar derssiz bile kalabiliyordu.
Tabi bu durumun iki türlü faydası oluyordu. Birincisi öğrenci severek ders okuyordu, sevmediği bir hocadan ders almak durumunda kalmıyordu. İkincisi hocalar kendilerine çekidüzen veriyorlardı, kendilerini yenilemek ve hatalarını araştırıp düzeltmek zorunda kalıyordu. Allah’a hamdolsun ki, hocalarımızın duaları sayesinde böyle bir durumla karşı karşıya kalmadık.
Bir başka farklılık, öğretim döneminin son haftasında hoca dersten çıkıyor, bir görevli öğrencilere değerlendirme formu dağıtarak hocanın performansı ölçülüyordu. Bu sistemin öğrencilere de hocalara da faydası oluyordu.
Bu üniversitede tek sakıncalı olgu, bizdeki Atatürkçülük ideolojisine benzer şekilde Bilginin İslamileştirilmesi ideolojisinin ağırlık kazanmış olması ve bu ideolojinin açıktan aşılanmak istenmesi idi.
İlahiyat alanında hocalar dersleri Arapça olarak veriyorlardı. Bu fakir de Arabistan’da uzun süre kalmamış olmasına rağmen özel Hacı Hasan Efendi üniversitesinden öğrendiği Arapça bilgisi sayesinde dersleri Arapça olarak verdi ve bu konuda herhangi bir sıkıntı ile karşılaşmadı.
Lisans düzeyinde, derslerde öğrenciler hoca seçme hakkına sahip oldukları gibi Lisansüstü düzeydeki öğrenciler de bu hakka sahip idiler. Yine bu hakirin derslerine başlangıcında 7- 8 kişi kaydolmasına karşın, iki hafta sonra bu sayı yirmiyi geçiyordu.
Üniversitede kıyafetname vardı, fakat Türkiye’deki uygulamanın tersine kızların başı açık ve kot pantolonla gezmelerine izin verilmiyordu. Hocalar için herhangi bir kıyafet zorunluluğu yoktu.
Malezya’nın o zaman ki nüfusu 18 milyondu, ihracatı ise 75 milyar dolardı. Bugün ki ihracatının 170 milyar dolar olduğunu bana ifade etmişlerdir.
Bir gün öğrencilerle piknik yapmak üzere, Genting Hayland denen turistik bir yaylaya çıktık. Öğle namazı vakti gelmişti. Burada cami yoktu. Nerede namaz kılacağımızı sordum, öğrencilerimiz merak etmeyin hocam, burada bir mescit vardır, orada namazları kılacağız dediler. Gittik ki ne görelim, burası polis karakolu idi. Karakolun güzel bir mescidi vardı ve abdest alma yarları de vardı. Mekân tertemizdi. Namazı eda ettik ve ayrıldık.
Malezya’da hangi otele giderseniz gidiniz, sormaya ihtiyaç yok, kendiniz kıbleyi bulabilirsiniz. Bunun için tavana bakmanız yeterlidir. Tavanda bir ok ile kıble istikameti gösterilmektedir. Tavanda yoksa bu işaret çekmecelerin içinde gösterilmiştir.
Bu ülkede sokaklar, yollar, caddeler iki taraftan çiçeklerle ve süs bitkileri ile süslenmiştir. Mimariye büyük önem verilmektedir. Kurallara aykırı bir bina inşa etmek mümkün değildir. Bir sitede yer alan binlerce ev aynı plana göre yapılmıştır. Altyapı mükemmeldir. Bol yağmur yağan bu ülkede çatısız ve kiremitsiz tek ev yoktur.
Yol kenarlarında genişçe su kanalları yapılmıştır ki, güğümden su boşanırcasına yağmur yağmasına rağmen, yağmur durduktan kısa bir süre sonra yol boyunca bir avuç su birikintisi bulmanız mümkün değildir.
Bir ülkede medeniyetin iki göstergesi olur kanaatimizce… Biri temizlik, diğeri trafiktir. Her iki konuda da Malezya’daki müşahedemi size aktarmak isterim.
Büyük camilerde onlarca tuvalet ve duş alma yerleri vardır. Bazı mescitlerde tuvaletlerle namaz kılınan mekân yan yana ve arada açık kapılar bulunmasına rağmen, koku hissetmek mümkün değildir. Tuvaletler o kadar temizdir ki, yalınayak girilebilmektedir. Şehir merkezinde tuvaletler bu derece temiz olduğu gibi dağ başındaki tuvaletlerde de aynı temizliğin bulunduğuna şahit olmuşumdur.
Bu ülkede dikkat çeken önemli noktalardan biri de trafik kurallarına riayet edilmesidir. Trafikte seyrederken selektörle önde seyretmekte olan araçtan yol istediğiniz zaman sizin selektör ışığınız sanki öndeki aracın sağ sinyaline bağlıymışçasına, derhal sinyal yanar ve araç sağa doğru giderek ve yavaşlayarak yol verir. Ülkemizde bu fakir çok karşılaşmıştır, önde seyretmekte olan araçtan yol istediğiniz zaman, sanki sizin selektör ışığınız öndeki aracın gaz pedalına bağlıymışçasına, hız yaparak size yol vermez ve bir yarış başlar, hatta bazen bu yarış kavgaya kadar varır, hatta bazen cinayetle de sonuçlanır.
Özetlemek gerekirse, Malezya’da mükemmel bir imar, medeniyet ve kalkınma hamlesi vardır. On üç yıl sonra tekrar bu ülkeyi bu yıl Temmuz ayındaki ziyaret ettiğim zaman büyük bir gelişmenin var olduğunu müşahede ettim. Aynı günlerde Endonezya’yı da ziyaret ederek mukayese etme imkânını buldum. Her iki ülkenin insanları aynı milletten olmasına ve aynı dili konuşmalarına, aynı dine ve aynı mezhebe (Şafii) bağlı olmalarına rağmen, arada uçurumlar olduğunu gördüm.
Endonezya’nın nüfusu Malezya’nın nüfusunun yaklaşık 10 katı kadar olmasına rağmen, Malezya her bakımdan Endonezya’nın çok ilerisinde bulunmaktadır. Demek ki nüfus ve toprak, gelişmek için yeterli bir unsur değildir. Belki nüfusun kaliteli ve yönetimin kudretli, yöneticilerin akıllı olmaları gerekiyor.
Malezya’daki bu gelişmenin sırrı kanaatimce, bu ülkede dünya işlerinde aklın kullanması ve halk ile devlet arasında paralellik bulunmasıdır. Malezya’da devletin dinler ile ve halklar ile hiçbir bir sorunu yoktur. Halk ile devlet paralel yaşamaktadır. Fakat Endonezya’da halk ile devlet kesişmekte ve çatışmaktadır. İslam dünyasının her yerindeki en önemli sorun bu çatışmadır. Yöneticiler halk ile uyum sağlayamayınca kalkınma gerçekleşmemekte, insanlar mutlu olamamakta, rejimin adı ne olursa olsun, toplum tatmin olmamaktadır. Toplumun istediği gibi bir yönetim olur da halkın istekleri gerçekleştirilirse böyle bir toplumda kalkınmamak söz konusu olamaz.
Ülkesine bir şeyler katmak isteyenlerin mutlaka Malezya’yı ziyaret etmesi, bu ülkeyi incelemesi gerekir. Ben hep düşünmüşümdür, bu ülkede devrimler yapılmadı, cumhuriyet de kurulmadı, krallık olarak hayatını sürdürmesine rağmen kalkındı. Demek ki önemli olan yazılı metinler değil, ilkelerdir, bu ilkelerin hayata geçirilmesidir. Dirayetli, akılcı yöneticilerin bulunması gerekir. İşte Malezya bunu başarmıştır. Bu başarının temelinde Muhadır Muhammed ve Enver İbrahim’in imzası yatmaktadır. Darısı diğer İslam ülkelerinin başına…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.