Tam Çare İslamî Açılım
Bir önceki yazımız “Kürtler Ne İstiyor?” başlığı altındaydı ve istekleri maddeler halinde sıralamıştık. Hatta orada olaya genel olarak bakış açımızı da yazmıştık. Kaldığımız yerden devam edelim inşallah.
İsteklerden birisi de “Yeni bir Anayasa yapılsın ve demokratik hak ve hürriyetler güvence altına alınsın. Demokratik kurumların güçlenmesi ve ilişkilerde demokratik aktörlerin seferber edilmesi sağlansın.” idi
Bize göre bütün sorunların kaynağı bu zalim sistemdir. Bu sistemin içinde kalarak bir çıkış, bir kurtuluş gerçekleştirilemez. Bu sistemin mutlaka değişmesi gerekir. Bunu Demirel bile anlamıştır ve yıllardır “Artık bu sistemle devlet gitmez. Bu sistem değişmelidir” diyerek dillendirmektedir. Hatta o “Başkanlık Sistemini" önermektedir. Aslında AK Partinin de bunu istediğini, ama konjötürün uygun olmadığı gerekçesi ile dillendirmediğini biliyoruz.
Bize göre bu da yetmez. Bazı sorunlarımızı çözse bile, bütün dertlerimizin devasına yetmez. Bizim bütün sorunlarımızı ancak İslam çözer. Hatta İslam’da öyle bir mucize, öyle bir sihirli güç vardır ki, dokunduğu zaman, batıl sistemlerin sebep olduğu ve altından kalkamadığı yığın yığın sorunları bir çırpıda bitirir. Hatta onlara sorun bile demez.
İşte onlardan birisi de “Kürt Meselesi”dir. Şimdi altından kalkılamayan bu devasa soruna İslam gülerek bakar. Çünkü ona göre bu sorun bile değildir. İslam ona, “İnnemel mü’minune ihvetün – Ancak Müslümanlar kardeştir” diyerek şöyle bir dokunur ve sorun kendiliğinden kaybolur gider. Bu kadar!
Ama İslam bu işlevini kime, ne zaman ve nasıl yapar? Birisi kalksa da “Elini tutan mı var? Babasının hayrına yapsa ya?” dese, bir gerçeği ifade etmez. Çünkü İslam bunu, hem kendisine ta yürekten içtenlikle teslim olmuş, hem de devlet ve toplumunu teslim etmiş Müslümanlar için yapar.
Sorun da burada zaten. Bu devlet ve toplum, İslam’a teslim olmuş değildir malesef. Onu çare olarak da görmüyor. Hatta sistem onu kendisine alternatif bilerek yok etmek istiyor. Hala ona “irtica” diyerek gelişini darbe sebebi görüyor. Müslümanların çoğunluğu da ya onu bilmiyor, yada bilse bile hayatında uygulamıyor. İslam istemeyene elbette katkı sunmaz, elinden geleni yapamaz.
Öyleyse çare bizim İslam’a, yani Allah Teâlâ’nın iradesine tam teslim olmamızdadır. Hayatın her alanı için ortaya koyduklarını bilerek ona teslimiyettedir.
Bu açıdan bakıldığında mevcut durum ümit verici olmayabilir. Ama yüzyıllık mazi düşünülüp değerlendirildiğinde gelinen nokta bilakis çok ümit vericidir.
Sonuçta şu bir gerçektir; yakın bir zamanda bu sistem İslam’dan bir bütün halinde yararlanmayacaktır. O zaman eskilerin çok kullandığı bir kaide devreye girer: “Ma la yüdrakü küllüh, la yütraku küllüh: Hepsi elde edilemeyenin, hepsini terk etmek de gerekmez.”
Öyleyse biz “madem İslam yok, bırakın analar ağlamaya devam etsin” diyebilir miyiz? Maksat insanın mutluluğu ise, elden gelen yapılmalı, yara kökten iyileşmese bile acısı dindirilmeli, sarıp sarmalayarak kan kaybedilmesi önlenmeli değil midir?
Yani bu yaraya kısmen de olsa dünya standartlarında bir demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü ilkesi bir deva sunacaksa, neden istenmesin?
Bu açıdan bakıldığında bu memlekette bu sorunlardan beslenen üç beş bozuk düzen muhafazakarından başka kim bunu istemiyor olabilir ki? Bence bunu tartışmak bile abes.
Sonuçta zaruret bizi şöyle söylemeye mecbur ediyor: Madem durum budur, hiç olmazsa “demokratik açılımlar” desteklenmeli ve halkın iradesi doğrultusunda yeni bir Anayasa ve haklar manzumesi acilen ortaya konmalı, toplumda adalet ve sosyal denge sağlanmalıdır. Bu da bizim uzun soluklu İslam yolculuğumuzda bir aşama olur inşallah.
Ama şu tenbihi de yapalım, bu bir geçici zarurettir, asla kalıcı bir uzlaşma değil. Yoksa biz her zaman “lekum dînukum, veliye dîn” diyoruz.
Atalar, adalet için “Adalet mülkün temelidir” derken, zıddı için de zulüm payidar olmaz” demişlerdir. Sosyal denge için de “Biri yer biri bakar, kıyamet ondan kopar” demişlerdir.
Evet, görüyoruz ki mülk temelinden sarsılıyor ve kıyametler kopuyor. Herkes elinden geleni ertelemeden yapmalı. Ne yapacağını bilmiyorlarsa, bilenlere kulak vermelidir.
Unutulmamalıdır ki el ve ayak, göz ve kulak, kalp ve kafa bir gün mutlaka sorguya çekilecektir.
www.cemalnar.com