Deha ve eğitim
Birileri yine Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin eğitimini diline dolamış, o noktadan saldırmaya çalışıyor...
Zaman zaman spekülatif amaçlarla gündeme getirilen bu konuya girmeden önce belirtmeliyim ki, Bediüzzaman seviyesindeki dahiler “ilmin özüne” talip olur, teferruatı kendileri oluştururlar. Bediüzzaman’ın, taa çocukluğunda temel eserleri “birer hazine” gibi gördüğünü ve hocasına, “Bu hazinenin anahtarı sizsiniz” dediğini biliyoruz...
Hazinenin anahtarını alması üç ay sürdü. Ama hayatı boyunca kendini eğitmekten, hayatı İslam tasavvuf ve tefekkür ummanında aramaktan usanmadı...
İslâm dininin temellerini işleyen seksen kitabı derinlemesine tetkik etti. Bununla da yetinmeyip ezberine aldı ve bütün hayatı boyunca kendine vird edindi.
Bunu kardeşi Abdullah’la yaptığı bir konuşmadan anlıyoruz. Şirvan’da buluştukları bir sırada, ağabeyi Molla Abdullah, “Ben Şemsi Şerhi’yi bitirdim, siz ne okudunuz?” diye sormuş, Bediüzzaman şöyle cevap vermiştir: “Ben seksen kitap okudum. Ders kitaplarının haricinde birçok kitap daha okudum.”
Ağabeyi duyduklarına inanamamış, imtihan etmiş, bütün sorulara vukufla ve kolayca cevap verdiğini gördükten sonra ondan ders almaya başlamıştır.
Mantığı zorlar görünen bu vakıanın emsallerine dünya büyükleri arasında da rastlanmaktadır...
Meselâ Isaac Newton’un eğitim hayatı çok dağınıktır. 1654 yılında bir süre devam ettiği okulda öğretmenleri tarafından tembel bile bulunmuş, 1656’da üvey babasının ölmesi üzerine okuldan ayrılmış, bir süre sonra tekrar okula dönmüştür...
Galileo bir sürü okul değiştirdikten sonra Piza Üniversitesi’nin tıp bölümüne girmiş, ancak matematikle ilgilenmiştir...
Montgolfier Kardeşler de düzenli eğitim görmemiştir...
James Watt, çay sofrası başında halası tarafından şöyle azarlanıyordu: “James, ömrümde senin kadar haylaz bir çocuk görmedim. Eline bir kitap al da oku, yahut faydalı bir iş yap. Bir saatten beri bakıyorum da bir kelime bile söylemedin. Çaydanlığın kapağını kaldırıp koymaktan başka bir şey yapmadın. Buharla ne alıp veremediğin var?”
Watt’ın buharla bir alıp veremediği yoktu, sadece buhar gücünü arıyordu.
Ampulün yanı sıra birçok icadı bulunan Thomas Alva Edison, sadece üç ay okula gitmişti. Görünüşte o kadar tembeldi ki, öğretmeni, Edison’a “ahmak” diyordu...
Mıknatıs kudretinden elektrik elde etmeyi mümkün kılan keşfi başta olmak üzere pek çok buluşa imzasını atan meşhur bilgin Michael Faraday da eğitimini yarım bırakanlar arasındaydı...
Büyük bir fizikçi, büyük bir kimyagerdi, ama on üç yaşında okuldan ayrılmış, hayatını kazanmak için bir kitapçıya çırak olmuştu...
Kuduz aşısını bulan Louis Pasteur’ün Besençon Kraliyet Lisesi’nde kimyadan aldığı not “orta” idi...
William Shakespeare de aktörlük heveskârı bir kasaptı. Eğitimi yoktu.
Jean Jocques Rousseau’ya gelince: Okuma yazmayı babasından öğrenmişti.
Başkan Benjamin Franklin sadece bir-iki sene kadar okula gidebilmişti. Ama kendi döneminde kim ne yapsa önce Franklin’in görüşünü istiyordu: “Bu konu hakkında Franklin’in fikrini aldınız mı, o ne diyor.”
Michael Angelo çocukluğunda öğrendiği okur-yazarlıkla kaldı...
Meşhur müzisyen Beethoven on üç yaşında okuldan ayrılıp kendini müziğe verdi.
Bu örneklere yalnız Batıda değil, Doğuda ve İslâm dünyasında da çok sık rastlanır.
Demek istediğimiz şu ki, ilmî kifâyet, düzenli mektep veya medrese eğitimine bağlı değildir.
Diploma yahut tahsil süresi hiçbir zaman dâhinin dehâsına ölçü teşkil etmez. Onları eserleriyle değerlendirmek, yapılacak en doğru harekettir.
Böyle bir değerlendirmeyi vicdanında tarafsız biçimde yapan herkes Bediüzzaman’ın ilmî kifayetini tasdike mecbur kalır. Denizli mahkemesinde, kendisini kifayetsizlikle suçlayanlara şöyle meydan okumuştur.
“Bu kat’î ve ehemmiyetli hakikatı isbat etmeye ve mutemerridleri dahi ilzam etmeye hazırım.
“Değil vukufsuz garazkâr, maneviyatta behresiz ehl-i vukufa karşı, belki en büyük âlim ve feylesoflarınıza karşı gündüz gibi isbat etmezsem her cezaya razıyım...
“Nur’un bir müdafaanamesi hükmüne geçen Meyve Risalesi’ni ibraz ediyorum ve Ankara makamatına vermek için, yeni harflerle yazdırmaya müşkilâtlar içinde çalışıyoruz. İşte onu okuyunuz, tam dikkat ediniz, eğer kalbiniz -nefsinize karışmam- beni tasdik etmezse, bana şimdiki tecrid-i mutlak içinde her hakaret ve işkenceyi de yapsanız, sükût edeceğim.” (Şualar, s. 235-236)
Bu meydan okuyuşun kuru bir cesaret gösterisinden ibaret olmadığını, eserlerine peşin hükümsüz eğilen herkes görebilir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.