Biraz medya, biraz yargı... Adamına göre karar!
Hani; “Biz kırk kişiyiz, kırkımız da birbirimizi iyi biliriz” diye bir söz vardır ya... Aynen bu sözde olduğu gibi; ben de “meslektaş”larımı çok iyi bildiğim içindir ki, dün “o ifade”yi kullandım... Dün dedim ya; “Göreceksiniz kartel cenahından yine çıt çıkmayacak!..
Dilipak’ın evinin satılmasına sansür de demeyecekler, basın özgürlüğüne darbe de!..
Kendi nasırlarına basıldığında ortalığı velveleye verip, Türkiye’yi ayağa kaldıranlar; Dilipak’ın maruz kaldığı ceza karşısında yine dut yemiş bülbüle dönecekler!..”
Bunu bilmek için “allâme” olmaya, ne yapacaklarını görmek için de “müneccim” olmaya gerek yoktu...
Öyle ya; nihayetinde “kırk kişi”ydik, kırkımız da birbirimizi iyi bilirdik!..
Öyle oldu.. Yazdığı bir “yazı”dan dolayı, yani “düşünce ve ifade hürriyeti”ne giren bir “cümle”den dolayı, “Dilipak’ın evinin haraç-mezat satılması”nı; hem de “Türkiye’de bir ilk” olmasına rağmen ne gören oldu, ne de duyan ve duyuran!.. Duyarlılık gösteren “bir-iki gazete” bu eleştirilerin dışındadır!..
“Kendi adamları”na karşı “aslan” gibi kükreyenler, Dilipak’a gelince “kör” oldular, “sağır” oldular, tam bir “omurgasız” oldular!..
Bırakın “kalem” oynatıp bir “destek yazısı” yazmayı, “objektif bir haber” bile vermediler!..
Sizin anlayacağınız;
“Çifte standart”a aynen devam!..
YA “BİZİM CENAH”A NE OLDU?
Açık söyleyeyim; “kartel gazeteleri”nden, pek de bir “duyarlılık” gösterip, “Dilipak’a destek” vermelerini beklemiyordum... Öyle ya; Güven Erkaya dedikleri adam; nihayetinde “28 Şubat darbesinin mimar ve mühendislerinden biri”ydi... Evet, “BÇG’nin kurucusu”ydu... “Yaşam biçimi” itibariyle de, “laikçi yaşam tarzı”na sahipti... O kadar “laikçi” idi ki; dönemin Başbakanı Necmettin Erbakan’ın verdiği bir yemekte, “ısrarla rakı isteyecek” ve getirtip içecek kadar!..
İşte bu yüzden; “kartel gazeteleri”nin, böyle bir Güven Erkaya’yı eleştirmekten dolayı ceza alan Abdurrahman Dilipak’la ilgili haber yapmalarını, hele hele “mesleki dayanışma” göstermelerini beklemiyordum.
Böyle bir beklentim olmadığı için de, dünkü yazımda o ifadeleri kullandım!
Ama, ne yalan söyleyeyim;
“Bizim cenah”ın gazeteleri ve gazetecilerinin “daha duyarlı” olacaklarını zannetmiştim... Her şeyden önce, bu olayın bir “haber değeri” vardı!.. Öyle ya; “Türkiye’de bir ilk” yaşanıyor, ilk defa “bir yazarın evi satılıyor”du!.. Böyle bir olayın, “dünyada bir benzeri” var mıdır, bilmiyorum, ama “Türkiye’de bir ilk” olduğunu gayet iyi biliyorum.
Peki, “Türkiye’de bir ilk” olan bir olayın “haber değeri” yoksa, nedir “haber” ve “habercilik”?..
Hele de bu yazar; hemen herkesin “müşteki” ve “mağdur” olduğu “28 Şubat darbesinin mimarı”na yönelik bir “eleştirel ifade”den dolayı “yargısız infaz”a maruz kalmışsa!..
Şu hâle bakın;
“28 Şubat darbesi”nden söz ederken herkes “demokrat” ve “özgürlükçü” kesiliyor ama o darbenin mimarlarından birine yönelik “yazı”sından dolayı “lince uğrayan” bir yazara destek olmaya sıra gelince, herkes “dut yemiş bülbül”e dönüyor!..
Dedim ya;
“Kartel gazeteleri”nden değil ama, “bizim cenah”tan biraz daha “duyarlı” olmalarını bekliyordum... Ama, duyarsız kaldılar!..
Açık konuşalım, “hayâl kırıklığı” yaşadım!..
Hayır, “başa kakmak” anlamında söylemiyorum; bu gazete; onlardan birinin ayağına bir “diken” battığında, çektikleri acıyı yüreğinde hissetti ve onlara, en azından “moral destek” verdi, “acılarına ortak” oldu!..
Ama onlar;
Dilipak’a reva görülen muameleyi görmediler, duymadılar!.. Yazık!.. Çok yazık!..
ELİ HAMUR OVALAR, GÖZÜ ÇOBAN KOVALAR!
Bu “duyarsızlık”ta; “içinden çıktığı kabuğu beğenmeyip, pis kıllı” diyen “kestane”nin veya, yine içinden çıktığı “yumurta kabuğu”nu beğenmeyen “civciv”in tavrı mı vardır, yoksa “onlardan görünme” heves ve tutkusu mu, bilmiyorum!..
Ama, şunu çok iyi biliyorum:
“Aşağılık kompleksi” içinde kıvranıp, “onlardan biri gibi görünme”ye ve daha ileri aşamalarda “onlardan biri olmaya” heves edip, bu “tutku” ile yanıp tutuşanlar bilmeli ki; belki “onlar gibi” olabilirler ama asla “onlardan biri” olamazlar!..
Açık ve net konuşalım;
“Onlardan biri” olabilmek için, ağızlarıyla kuş tutsalar, yine de yaranamazlar!..
“Kullanılırlar!”
Kendilerine “iyi bir ücret” de verilir, “lüks ve ihtişam” içinde yaşamaları için, çeşitli “imkân”lar da sunulur ama, konumları “hizmetçilik” veya “misafirlik”ten öteye geçemez!..
Yani, asla “ev sahibi” olamazlar!..
O halde, bu “yalakalık” niye?..
Bu arkadaşlar; “eli hamur ovalayan, gözü çoban kovalayan” kız misali; bir yandan “kendi gazeteleri”nde çalışıp, bir yandan da “kartelden gelecek bir teklif”i kovalıyorlarsa, vay hallerine!..
Vay bizim halimize!..
Hâlâ görmüyorlar mı;
“Kendi gazeteleri” ile “Vakit gazetesi”ni hiçbir ayrıma tutmadan “aynı kefe”de değerlendiriyorlar!..
Daha açık yazayım; bize “dinci” derken, onlara “demokrat” demiyorlar!.. Onlar da aynı kefede!..
O halde; “biz farklıyız” deme çabası niye?.. “Biz onlardan değiliz” yırtınması, ne kazandırır size!..
Bugüne kadar ne kazandırdı ki, bundan sonra ne kazandırsın?..
Bu arkadaşlar unutmasınlar ki;
“Kardeş kardeşi atmış,
Uçurum başında tutmuş”tur!..
Bu arkadaşlar; Eba Müslim Horasanî’nin “Emevi Devleti’nin yıkılışı”nı anlatan şu sözünü de hiç unutmasınlar;
“Onlar zararlarından emin oldukları için, dostlarını uzak tuttular. Kendilerine bağlamak ve kazanmak için de; düşmanlarını yakınlaştırdılar. Yakınlaştırılan düşman dost olmadı. Ama uzaklaştırılan dost düşman oldu. Herkes düşman safında birleşince, yıkılmaları mukadder oldu.”
Bilmem, daha fazla söze hacet var mı?..
Heeyyy arkadaşlar, kendinize gelin!..
Böyle “demokrasi mücadelesi” olmaz!..
YARGIDAN “ADAMINA GÖRE” KARAR!
Gerek “kartel medyası”na, gerek “bizim cenah”a yönelik bu “sitem”lerden sonra, gelelim “yargı”ya...
Onlara da “bir çift söz” söyleyelim ve kapatalım bu mevzuyu...
Dün yazmıştım... “Siyasiler”in, “gazeteler”in ve “yazarlar”ın gerek “Başbakan’a” ve gerek “bakanlar”a yönelik “hakaret”lerine karşı; mahkemeler ve Yargıtay, bırakın “cüz’i bir ceza” vermeyi, bunları “eleştiri” ve “ifade hürriyeti” kapsamında değerlendirip, şöyle demişti:
“Kişinin üstlendiği görev ne kadar önemliyse, hakkındaki eleştiriler de o kadar sert olur!”
Hatta, Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın açtığı bir tazminat davasında, Cumhuriyet çizeri Musa Kart’la ilgili olarak şu kararı vermişti:
“Görüş ve düşünceler abartılı, incitici, aykırı, rahatsız edici, belli ölçüde alaycı olabilir!.. Kediler sevimli varlıklardır!.. Toplumu yönetme, etkileme ve yönlendirme gücü bulunan siyasetçilerin, sahip oldukları bu güç oranında eleştiriye açık olma ve katlanma zorunlulukları vardır!”
Yani; “Başbakansın, katlanacaksın!”
“Bakansın, katlanacaksın!”
Ama, söz konusu kişi, “Deniz Kuvvetleri eski Komutanı Güven Erkaya” olunca, o “eleştirilemez”, ona “dokunulamaz!”
Bas cezayı!..
Abdurrahman Dilipak’ın, alınteri ve emek harcayıp “30-35 yıllık birikimi”yle aldığı bir ev “haraç-mezat” satılmış, umurunda mı “yargı”nın?..
Sadece Dilipak mı?..
¥ Vakit; Yargıtay 8. Dairesi üyelerinin, hem hakim hem de davacı olarak rol almasını eleştirdiği için 7 bin TL tazminata mahkûm edildi.
¥ Yeni Şafak gazetesi, bir avukatın başörtülü olduğu için savunmasını yapamadan mahkeme salonundan çıkarılmasını eleştirdiği için 133 milyar ceza aldı...
¥ Kesintisiz eğitimi eleştiren Milli Gazete yazarı Selahattin Aydar hakkında 1 yıl 8 ay hapis ve para cezası verildi.
¥ Emekli Orgeneral Doğu Aktulga’nın görevde bulunduğu dönemdeki uygulamalarını eleştiren yazısından dolayı Yeni Asya gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Kazım Güleçyüz, para cezasına çarptırıldı.
Ortada böyle bir “tablo” olunca, insan; ister istemez soruyor; “Yargı gerçekten bağımsız ve gerçekten tarafsız mı?.. Eğer bağımsız ve tarafsız ise; adamına göre verilmiş bu kararlar neyin nesi?!?”
MADEM ÖYLE, HERKES KATLANSIN!
Açık ve net söylüyorum;
Bu ülkede, kim “toplum önünde ve üst düzey bir makamda” görev yapıyorsa ve Yargıtay da “el mecbur, katlanacaksın” diyorsa, buna “herkes” katlanmalıdır!.. Bu konuda, hiç kimse ve hiçbir kuruluşa “imtiyaz” tanınmamalıdır!..
Zaten “Anayasa’nın 10. maddesi” de böyle diyor!..
Bu eleştirilere “Başbakan katlanmak zorunda” ise, “Güven Erkaya’nın yakınları” da katlanmak zorundadır!..
Ama yargı, “adamına göre karar” vermeyi sürdürürse; bir kesim, kendilerini “imtiyazlı” görmeye devam eder ki; o zaman da, “yargı”ya ne “güven” kalır, ne de “saygı!”
Uzun lafın kısası; bu ülkede “huzur ve barış” istiyorsak, hemen herkes “tavır”larını da “karar”larını da gözden geçirmelidir!..
Çünkü bu ülke;
“Patagonya” değil, “Türkiye”dir!..
Patagonya’da bile böyle bir “zulüm” yoktur!..
Bilmem, anlatabildim mi?!?..
Davul çalmanın örfü!
Herhalde duymuşsunuzdur; bu yıl da, özellikle “CHP’li Belediyeler”in ilçelerinde “davul yasağı” uygulanacak... Önceki gün “Çankaya Belediyesi”nin “davul çalmayı yasakladığı” haberi gelmişti ki, dün de Bakırköy’den haber geldi: “Bakırköy’de bu yıl da Ramazan davulu yasaklandı!”
Bu yasağın “gerçek gerekçesi” nedir, bilmiyorum... Adı “Ramazan davulu” değil de, “orkestra davulu” olsaydı, yine de yasaklanır mıydı, onu da bilmiyorum... Zaten, bilmeme ve anlamama da imkân yok... Çünkü, Bakırköy Kaymakamlığı tarafından açıklanan gerekçe çok ilginç... Deniliyor ki;
“Ramazan davulcuları yürüyerek bir mahallede herkesi düzenli bir zamanda sahura kaldıramaz. Dolayısıyla düzensiz, başına buyruk bir şekilde davul çalarak, insanlar hem rahatsız ediliyor, hem de geleneklere uygun ramazan davulu çalınmıyor. Her ramazan ayında büyük kentlere binlerce insan ‘davulcuyum’ diye akın ediyor. Davul çalmaktan habersiz kişiler, arabanın arkasına oturup hızla davul çalarak mahalleden geçiyor. Bu, örf ve âdetlerimizle bağdaşmaz. Bu şekilde davul çalınmasının yasaklanmasını uygun gördük.”
Bir yaşıma daha girdim...
Meğer “davul çalma”nın da bir “geleneği” ve “örfü” varmış!..
Be adamlar; şuna “işimize gelmedi” deyin de, boşuna “bahane” aramayın!.. Madem davul çalmanın “örf, âdet ve geleneği” vardır, o halde yaparsın sınavı, bulursun “uygun davulcu”yu!..
“Gizli ajanda”larınıza “kılıf” uydurmaktan artık vazgeçin de, ortaya çıkıp “gerçek niyet”lerinizi açıklayın!.. Çünkü, bahanelerinizi bu millet yemiyor!..