Darülacezeli misafirleriniz bir telefon uzağınızda...
Kayışdağı Darülaceze tesislerinde kalan ve doktor izniyle oruç tutmalarında bir sakınca bulunmayan onlarca yaşlı amca ve teyze, İstanbulluların bir telefon uzağında... Darülacezeli amcaları ve teyzeleri iftar sofrasına konuk etmek isteyen İstanbulluların, Kayışdağı Darülaceze’nin 0216 528 84 00 – 8621 numaralı telefonunu aramaları yeterli. Kurum; dâvet yapan adrese mükaleme sonunda dâvetlileri ulaştıracaktır. Agniyay-ı Şâkirini (cömert ve civan mert insanımız) evlerinden çeşitli vesilelerle uzak kalmaya mecbur kalmış ve bir aile ortamında iftar hasreti taşıyan insanlarımızı hâne-i saadetlerinde ağırlayıp, iftar ettirmelerine teşviki ve haber vermeyi vicdani borç addettim. İlgilenenlere duyurmuş olmanın bahtiyarlığını hissediyorum. Hayırhah insanların bu çağrıya bigâne kalmayacağını ümid ediyorum. Allah (c.c) hayrınızı kabul-ü karîn eylesin.
Ramazan-ı Şerifin hayatımıza her zaman olduğu gibi bir şevk, heyecan ve ibadeti ziyadeleştiren güzellikler getirmiş olduğu izahtan varestedir. Açılım konusunu siyasi arenaya getiren ve “Muhatabı millettir” diyen Sayın İçişleri Bakanı, siyasi partiler ile görüşmeler yapmak suretiyle işe başlamış bulunuyor. Ancak kendileri herhangi bir çözümü ileri süremeyip, görüştükleri zevatın söyledikleri veya hazırlıkları olanların verdikleri layihaları almakla iştigal ediyorlar.
Öte yandan basın âleminde İmralı üzerine atıflar yapılmakta, hukuk karşısında karısını bile boşama hakkı olmayan bir bölücübaşının yol haritasını hükümetin beklediğini ileri sürenlere rastlanıyor. Bunun bir dezenformasyon olduğunu zannediyorum. Hükümetler elbette ki, nefes alan insana, vazifesi olan her hususu yerine getirir ve bununla da mükelleftir. Ancak; yukarıda arz ettiğimiz gibi hukukunu mahkumiyet şartları içinde geçirmeye ebediyen mahkûm birinin çizeceği haritayla istikamet belirleyecek bir hükümetin şimdiye kadar kurulmamış olduğunu, bundan sonra da asla bu anlayışta bir hükümet kurulması kabil-i imkân değildir. Ülkemizin çeyrek asırdır başbelası olan terör, dış güçlerin büyük milletimizin misyonunu ortadan kaldırmak, modern haçlı seferlerinin “demokrasi getiriyoruz” adı altında garbın, şark’a insafsızca ve menhus bir plânın gereği olan saldırısında, aziz milletimizin, din kardeşleri olan dünyanın her bir köşesinde yaşayan Müslümanları muhafaza ve müdafaaya kendini sorumlu hisseden kahraman milletimizin arasına ırki, ekonomik, sosyal, maddi ve manevi bölüşümlerdeki adaletsizlikten bilistifade meydana getirdiği fitnenin ortaya koyduğu manzaranın fotoğrafı, 20/Temmuz/1974 Kıbrıs indirme ve çıkarma harekâtıdır.
Bakınız bu tespitin gelişimi, fâkirane ve nâçizane tetkik ve tefekkürümle bana kanaat hâsıl eden faktörleri siz okurlarıma arz edeyim.
Yıl 1923, İsviçre’nin Lozan şehrindeyiz. Bir sulh antlaşmasının peşindeyiz. 1911’de Trablusgarp, 1912 ve 1913’de Balkan Savaşları, 1914 ile 1918 yılları arasında Almanya ve Avusturya yanında girdiğimiz cihan savaşı, 30/Ekim/1918’de, Mondros mütarekesinde dikte olunan şartlara gık diyemeyen halimiz ve Sultan Vahideddin’in bir Almanya yolculuğu esnasında yaveran-ı şehriyarisi olan Mustafa Kemâl Paşa’yı Anadolu’dan kovulmamızı önleyecek mücadeleye tâyini, 1919’da İzmir’in Yunan işgalini, karaya çıktığı Samsun’un Havza’sında çok sert bir dille tel’in etmesi aslında vazifei esasiyesinin başladığını bildirmesiydi. Padişah ve Damat Ferid Paşa tarafından Mustafa Kemâl Paşa’ya verilen târih-i Osmaniye’de, hiçbir kimseye verilmemiş genişlikteki selahiyetnâme, milleti düştüğü halden hâlâs için en büyük istinatgâh idi. Bu istinatgâh ile birlikte, sağ duyu sahiplerinin M.Kemâl’e yardımcı olmanın, düşman elinden kurtulunmasının en önemli şartı olduğunu anlamaları ve dört yıl sonunda bunu başarmaları 30/Ağustos zaferiyle, 9/Eylül’de düşmanın İzmir’in Kordonboyu’ndan denize dökülmesiyle kabil olmuştur. Muzaffer bir milletin Lozan’da kendisine en büyük rakibi, bizatihi kendiydi. Çünkü; esnek davranıp, ne olursa olsun bir sulh imzalamak mecburiyeti taşıdıklarının şuuru içinde olup, “Bizim Kıbrıs ve 12 Ada meselemiz diye bir meselemiz yoktur” diyebilmelerinin arkasındaki sâik, madden ve mânen çok zor hâlde oluş ve bir atımlık barutu atıp, zaferi kazanıp ve yeni bir savaşa buyrun denildiğinde yapacak bir şeyin olmadığının şuurunda idiler. Ne Musul dediler, ne Kıbrıs ne 12 Ada aynen Sultan Abdülhamid’in 1293/1877 Osmanlı-Rus harbinde geldiği hâl, Yeşilköy’de Grandük’ün oturup, İstanbul’un nefesini dinlemesi Cennetmekân padişahın, Mehmed Esad Safvet ve Sadullah Paşalara “Ne yapıp edip bir müsalaha imzalayın” telgrafları yağdırdığı bir vakıadır. Aynen M. Kemâl Paşa; İsmet Paşanın “Ya konferans boca olursa ne yaparız” endişesinden uykularının kaçtığını, halüsinasyonlar gördüğünü söyleyenler vardı. Hedef Lozan’ı bir sulh antlaşması olarak tamamlamaktı. En büyük engel Musul’du, üyesi bile olmadığımız Cemiyet-i Akvam’ın o işi halletmesine bırakışımız, para ve Musul’dan ziyade istiklâliyeti temin etmemiz esastı.
Lozan’ın üzerinden 38 sene geçtikten sonra 13 sene de hükümetlerimiz, üç defa göz bebeğimiz TSK’ya Kıbrıs’a çık emri vermeye çalıştı. Her seferinde, emperyalizmin çeşitli baskı ve vaadleri karşısında zor da olsa dön emri vermek zorunda kalındığı bilinmektedir. Amma 1974/15/Temmuz’da Yunanistan destekli Sampson darbesinin açtığı yol bu sefer hem katliam ile dindaş ve soydaşlarımızı ortadan kaldırmak, hem de ENOSİS’i tatbik ile Kıbrıs’ı Yunanistan’a ilhak düşüncesi vardı.
Yanıldılar! Neden mi? Türkiye Cumhuriyeti 37. hükümetinin daha evvelkiler gibi olduğunu sandılar ve çok fena aldandılar. Çünkü bu hükümette milletin kendi görüşünün sekiz temsilcisi vardı. Ne rica ne minnet, ne tehdit ne de ambargo baskıları Erbakan ve arkadaşlarının gayretleriyle kaale alınmadığı gibi, CHP’nin de kanırta kanırta milli duygularına hitap edilerek, Sayın Baykal ve Sayın Sav’ın çıkartmaya evet oyunu da elde ettiklerinden zaferin yolu açıldı.
Şimdi dikkat buyurun; sene 1976. Hürriyet gazetesinin yan ürünlerinden “Yıllar Boyu Tarih” dergisi. Konuşan Siyonist Prof. Bernard Levis. Dediği şu: “Önümüzdeki yıllarda Türkiye’nin güney ve güneydoğusunda milletler ve devletler ve de dinler haritası değişikliğe uğrayacaktır” demekte.
Muhterem okurlarım; bu demeç Siyonizmin, Türkiye’de Osmanlı’nın yeniden ayağa kalktığına, buna seyirci kalınamayacağının ilanıdır. Dediğimiz zaman, bu gün çâre bulmaya çalıştığımız açılımın dış mihrakların başımıza çıkardığı bir gâile olduğunu anlamamıza ermiş oluruz.
Bu gâileyi çıkaran zihniyetin, harekâtın sükût bulmasını istemeyeceğini hepimiz bilmeliyiz. Çünkü, onların yaktığı ateşin bizim ve yoldan çıkmışların çilelerinin esbab-ı mûcibesi olduğunu anlamamız şarttır. Çeşitli TV’lerde olsun, platformlarda olsun yapılan fikir teatileri kafa karıştırmaya devam etmektedir. Devlet ve terör arasında adetâ sıkışmış bir haleti ruhiye içinde kanaatler belirtilmektedir ki, böyle yapanların haklı mı haksız mı olduğu da bir tartışma konusu olarak görünüyor. Fiemanillah.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.