M. Şevket Eygi

M. Şevket Eygi

Medârisi İslâmiye ve küfürle yaşamak

Medârisi İslâmiye ve küfürle yaşamak

Medârisi İslâmiye

İslâm medreselerinden (medâris-i islâmiye) icazetli ulemâ, fukaha, gerçek din hocaları yetiştirdi. O mübarek mekteplerden gerçek müfessirler, gerçek muhaddisler, değerli siyer, kelâm, Arabiyyat üstadları yetişirdi. Son asırda medreselerden Şeyhülislâm Mustafa Sabri, Muhammed Zahid el-Kevserî, Silistreli Süleyman efendi, Ömer Nasuhi Bilmen,Bekir Haki, İskilipli Âtıf, Elmalılı Küçük Hamdi, Manastırlı İsmail Hakkı efendiler ve saymakla bitmez büyük ulemâ ve fukaha yetişmiştir.

Cumhuriyet'in ilk yıllarında nice icazetli ulemâ ve fukaha idam edilmiş, karakuşî İstiklâl mahkemelerinde süründürülmüş, zindanlarda çürütülmüştür. Nicesi yurt dışına hicret etmişlerdir.

Onların özellikleri (istisnalar kuralı bozmaz) şunlardı:

1.Ehl-i Sünnet itikadından ve fıkhından taviz vermezlerdi.

2. Tabakat-ı fukahanın hangi derecesinde, rütbesinde, katında iseler, bunu bilirler ve hadlerini aşmazlar, hele ictihad yapmaya asla yeltenmezlerdi.

3. Hilye ve imame (sakal ve sarık) gibi sünnetleri yerine getirirler, zorbalık ile men' edilmemişlerse dinî kisve ile dolaşırlardı.

4. İtikadları sahihti.

5. Beş vakit namazı dikkatle kılarlardı.

6. İslâm ahlâkı ile ahlâklı idiler.

7. Onlar ehl-i fetva (gerçek müftü) idiler.

Cenâb-ı Hak hepsine rahmeti ile muamele buyursun.

Medreseler kapandı, büyük bir boşluk oldu. Nice zaman geçtikten sonra Ankara'da bir ilâhiyat fakültesi açıldı ama bu bir İslâm medresesi değil, planı, programı, tedrisatı, zihniyeti itibarıyla bir oryantalizm mektebi idi.

1952 ile 56 yılları arasında Ankara'da Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde okuyordum. İlâhiyat Fakültesi bizim binaya çok yakındı. Sık sık oraya giderdim. Hocalarının çoğu dindar değildi. Hadîs okutan Boşnak bir profesör vardı. Merhum Tayyip Okiç bey.Sadece o dindardı, beş vakit namaz kılardı. Sıhhiye'deki evine gider, ilminden ve sohbetinden yararlanmaya çalışırdım.

Tancalı Muhammed et-Tancî'yi de sık sık ziyaret ederdim. Onda Mutezile fikirleri ve görüşleri olduğu söylenirdi.

Bir dinî bayramda İlâhiyathocalarından bir zatın, Fakültemize çok yakın evine arkadaşım Fuat Çapan ile birlikte ziyarete, tebrike gitmiştik. Bize küçük kadehler içinde iki yeşil renkli içecek sunmuşlardı. Bendeniz şüphelenip içmemiştim. Fuad içmişti ama gözlerinden ateş fışkırmıştı. Meğerse o yeşil şey keskin nane likörüymüş!..

Şu anda ülkemizde hayli ilâhiyat fakültesi var.

Bunlarda dört türlü öğretim üyesi bulunmaktadır:

1. Ehl-i Sünnete sımsıkı bağlı olan, itikadı sahih, namazı kılan gerçek Müslüman hocalar. Kendilerine selâm ve hürmetler ederim.

2. Reformcu ama yine de şu veya bu şekilde Müslüman hocalar.

3. İtikadlarıyla İslâm dairesinin dışına çıkmış, işi çok azıtmış kişiler. Ayetleri inkâr ederler...Mütevâtir ve sahih hadisleri inkâr ederler...Saçma sapan ictihad yaparlar.

4. Bir de ne oldukları belli olmayan, sabahleyin Ehl-i Sünnet, öğleyin Mutezile, akşama doğru Fazlurrahmancı olanlar vardır. Mehmed Âkif'in bukalemun tıynetli dediği kimseler.

Ehl-i Sünnete göre bir kimsenin din hocası, din âlimi, fakih, müfessir, muhaddis olabilmesi için mutlaka ehliyetli ve icazetli hocalardan ders alıp, imtihan verip icazet sahibi olması gerekir.

Bu durumda bugünkü ilâhiyat fakültelerinden ulemâ ve fukaha yetişmez.

Yanlış anlaşılmasın, halen ilâhiyatlarda çok değerli, sahih itikadlı, namazlı hocalar vardır.Onları tenzih ederim. Bendeniz medreseler, icazet, ulemâ, fukaha gibi kavramlardan, kurumlardan bahs ediyorum...

Merhum Ord. Prof. Ali Fuad Başgil bakınız ne diyor:

"Maarif Vekaletine bağlı ve onun murakabesi altında yahut bugün Üniversite camiası içinde çalışan bir İlahiyat Fakültesi'nde, itiraf ederim ki, yüksek ilahiyat felsefecisi ve sosyologu yetişebilir. Fakat yüksek diyanet mütehassısı, din adamı ve âlimi asla yetişemez.

Çünkü tekrar edelim ki, yüksek diyanet mütehassısı herşeyden evvel halis bir dindar, zahid ve müttakidir; sonra da inandığı ve içinin samimiyeti ile kani olduğu dinde yüksek ilim ve kemal sahibidir... Şurası muhakkaktır ki, dünyanın hiçbir yerinde lâik üniversite çatısı altındaki İlâhiyat Fakültelerinde din adamı ve âlimi yetişmemiştir.

Üniversite gibi ladini bir camia içinde din adamı ve âlimi yetişmemiştir.

Ve bunun yetişmemesine değil, yetişmesine hayret edilse yeridir. KAYALIKTAPİRİNÇYETİŞMEZ."

(Din ve Lâiklik)

Bugün, başta Arap âlemi olmak üzere dünyanın çeşitli İslâm ülkelerinde Ehl-i Sünnet ulemâ ve fukahası vardır. Bunların hepsi de din âlimi, fakih müftü oldukları belli olacak şekilde giyinmekte, başlarına hoca imamesi geçirmektedir. Hepsinin sakalı vardır. Mısır'da, Suriye'de, Ürdün'de, Yemen'de hep böyledir.

Bizde "İnkılap Kanunları" dolayısıyla ulemâya mahsus sarık ve cüppe cami dışında giyilemiyor. Zaten ulemâ ve fukaha da pek kalmamıştır.

Çocukluğumda Osmanlı zamanından kalma icazetli dersiamlar vardı. Devlet bunlara çok ama çok az bir maaş veriyordu. Bununla da bu yaşlı kimseler geçinemiyorlardı. Evet, o muhterem âlimler âhir ömürlerinde süründürülmüştür.

Heybeliada'daki Rum Ruhban (Papaz)Okulunun tekrar açılması müzakereleri yapılıyor. Bakan seviyesinde kişiler açılacak dediler.

Ehl-i Sünnet Müslümanları da iktidara baskı yapıp özel İslâm medreseleri açılması için teşebbüse geçmelidir.

Böyle bir İslâm okulu açılsa, bir başlangıç olur, tarihî bir kopukluk ve ârıza tamir edilmiş olur.

Atatürkçü rejim, derin devlet buna izin vermezse, Müslümanlar Mısır'a, Suriye'ye, Ürdün'e, Hindistan'a, Pakistan'a yetenekli, zeki, ahlâklı, bio-jenetik dosyası sağlam, istikbali parlak, hizmet etmeye istidadı ve kabiliyeti olan idealist gençler göndererek icazetli ulemâ ve fukaha yetiştirmelidir.

Yeni Mustafa Sabri'ler, yeni Zahid Kevserî'ler, yeni Elmalı'lar, yeni Ömer Nasuhi Bilmenler...Ve belki ileride yeni Gazalî'ler yetişmesi için...

KÜFRE ALIŞMAK

Bir Müslüman için küfre alışmak, küfürle iç içe yaşamak, küfrü kanıksamak ne korkunç bir haldir. Din iman elden gitmiş, en büyük kötülükler normal sayılıyor, bir kısım helâller haram olmuş, haramlar helâlleşmiş. Azgınlığın her türlüsü sergileniyor.

Müslümanlar ne yapıyor? Fecaatin farkında bile değiller, yan gelmiş yatıyorlar.

Şu memlekette din için, iman için, Kur'ân için, mukaddesat için gereği gibi ve yeteri kadar hizmet veriliyor mu?

Büyük sayıda vatandaşımız, gencimiz, çocuğumuz imânsızlık tehlikesiyle karşı karşıya. İmansızlık ebedî felâket demektir. Onları kurtarmak için gereği gibi ve yeteri kadar çalışıyor muyuz? Sahih bir iman insanın kurtuluşu için zaruridir. Biz vatandaşlarımızın, gençlerimizin, çocuklarımızın imanlı olmaları için neler yapıyoruz?

Şu 72 milyonluk halk içinde yeterli sayıda Müslümanın din ve iman hizmetleri için deliler gibi çalışması gerekir. Aslında deli onlar değil, onlara deli diyenlerdir.

Bizde yeterli sayıda ve gereken vasıfta böyle deliler var mıdır?

Yiyecek, içecek, çalışacak, istirahat edecek, gezecek, tozacak, piknik yapacak, çay içecek, evini süsleyecek, gevezelik edecek... Bunlardan vakit artarsa hobi mahiyetinde din ve iman hizmetleri yapacak... Bu zihniyete sahip olanlar gerçekten delidir.

Şuurlu ve vasıflı Müslümanın aklı fikri hizmet olmalıdır.

Dine hizmet, imana hizmet, Kur'ân'a hizmet, Sünnete hizmet, Şeriata hizmet, fıkha hizmet...

Piknik yapmaya gittiğin ormanda yangın çıktı. Şiddetli rüzgâr ateşi ve alevleri her tarafa yaydı. Senin aldırdığın yok. Mangalı üflüyor, ızgara yapıyorsun...Deli misin sen?

Şehirde zelzele olmuş, binlerce bina yıkılmış, binlerce ölü, binlerce yaralı, enkaz altında binlerce insan...Sen bu durumda yan gelip yatabilir misin?

Bak sokakta bir genç gidiyor. Bozuk eğitim, bozuk aile düzeni, bozuk toplum onu imansız yetiştirmiş. Sağlıklı, tuzu kuru, zengin, geleceği parlak bir genç ama imansızlık onu korkunç ve dehşetli bir felâkete, ebedî mutsuzluğa götürüyor. O gence, onun gibilerine yardım etmemiz gerekmez mi?

Bu yardımı herkes doğrudan doğruya yapamaz. Teşkilât kurulacak, uzman elemanlar, uzman hizmetkârlar yetiştirilecek, uygun yayınlar hazırlanacak. Ehliyeti olanlar bizzat, olmayanlar dolayısı ile hizmet edecekler. Bizde bu gibi hizmetler yeterli midir?

Heyhat heyhat!.. Bunca hürriyete, bunca zenginliğe, bunca imkâna rağmen iman hizmetleri gereği gibi ve yeterli şekilde yapılamıyor.

Niçin? Küfre alışmışız, kanıksamışız. Keyfimize bakıyoruz.

Gaflet gaflet gaflet...

Önceki ve Sonraki Yazılar
M. Şevket Eygi Arşivi