Millet ekonominin düzeleceğinden ümidini kesti mi?
Ülkenin belki de en önemli sorunu ekonomi ve ekonomideki dar boğazın giderek daha da derinleşmesi olması gerekirken millet işin bu yönü ile fazlaca ilgilenmiyor. Sanki ne yapılırsa yapılsın bu ekonomi düzelmez gibi bir kanaat toplumu giderek uyuşturuyor. Artık insanlar daha fazla refah gibi bir beklentinin içinde değiller. Bu sebeple ekonomiye dönük haber ve yorumlar yerine insanımız liderler arasında yaşanan polemik, atışma ve hakaretleşmelere daha fazla ilgi duyuyor. Sanıyorum bu durum hayra alamet değildir. Çünkü bir toplumun zaman içinde bazı sıkıntılarla karşılaşması, hatta bu sıkıntıların felaket halini almasından ziyade toplumun bu sıkıntı ve felaket karşısındaki tavrı çok önemlidir. Eğer toplum bu işin çözümü yok düşüncesine gelmişse işte asıl felaket bu noktada ortaya çıkar. Toplumun ümitsizliği kadar bir ülkenin karşılaşabilceği bir başka tehlike yoktur. Toplumun bu ümitsizlik sebebiyle her şeyi kabul edişi ve hareketsizliği, daha doğrusu tepkisizliği iktidarların işini kolaylaştırabilir ama geçen zaman çözümü daha da zor hatta imkansız hale getirebilir.
Geçen ay emekliler yüzde 1.8'lik bir zam aldılar. Söz gelimi 630 Tl. maaş alan işçi emeklisinin aylığı 640 Tl.'ye çıktı.Yani 10 TL'lik bir zam yapıldı. Şimdide memurlar hükumet ile toplu görüşme masasındalar ve iktidarın masaya sürdüğü artış 2010 için 2 2 olmuştur. Emeklilere yılın ikinci altı ayı için yeterli bulunan 1.8'lik zam oranı iktidarın artık emeklileri gözden çıkardığını, ne halleri varsa görsünler mantığı ile emeklilere yaklaştığını gösteriyor derken çalışanlarına da benzer bir artışı uygun görüyor olması bir yaklaşımı ifade ediyor. Böyle bir anlayış ve ekonomik uygulama ile toplumun büyük bölümünün huzur ve refaha kavuşturulmasının mümkün olmayacağını söylemeye bile gere yok. İktidarın tüm ekonomik uygulamaları büyük iş çevreleri ile para sahiplerini memnun etmeye yönelik gibi görünüyor. Büyük iş çevreleri ve para sahipleri memnun edilir, onların elinden tutulursa toplum kurtulur gibi bir anlayış sergileniyor. Ama, yıllardan beri bu yönde sürdürülen politikalar gösterdi ki büyük iş çevrelerini ve para sahiplerini kollamak, onlara kol kanat germek toplumun çok büyük bir kesimini daha fazla sıkıntıya ve sefalete sürüklüyor.
İş adamlarını desteklemenin kendine göre çeşitli sebepleri vardır. Söz gelimi fabrikaların kapanmasını önlemek bu sayede işsizler ordusuna yeni işsizlerin katılmasını engellemek gibi. Elbette işsizler ordusuna yeni işsizlerin katılmasını önlemek çok önemlidir. Ancak, işsizler ordusuna yeni işsizlerin katılmasını engellemek çalışanların mutlu olduğu anlamına gelmiyor. İş gücü giderek daha da ucuz hale geliyor. Bugün devletin ilan ettiği asgari ücretin altında çalışan pek çok insan var. Diyebiliriz ki bir kişi sigortası yatmak kaydıyla asgari ücretli bir iş bulmuşsa kendisini şanslı bile sayabilir. Ancak, günümüz şartlarında asgari ücretli bir gencin insanca yaşaması, evlenip ev kurması, eşini ve çocuğunu geçindirmesi nasıl mümkün olur? Demek istediğim o ki uygulanan politikalar işsizi de iş sahibi olanı da mutsuz ediyor. Çünkü, asgari bir hayat standardını insanımızın yakalaması mümkün olmuyor. Asgari ücrete razı sırada binlerce insan varken işveren bu rakamın üstünde bir ücreti elbette vermeyi düşünmüyor.
Buna karşılık hayatımızın her noktasında, yaptığımız her alışverişte çok yüksek oranlarda vergi ödemeye mahkum bir toplum olduk. Söz elimi 3.28 TL'lik 95 oktan benzinden devlet 2.17 TL vergi alıyor. Bir diğer ifade ile 3.28 TL.ye satılan benzinin bir litresi içinde rafineri, dağıtıcı firma ve istasyon karı ile taşıma ücreti toplamı 1.11 Tl'dir. Böylesine vergiye boğulmuş bir ekonomi içinde emekli ve memuruna devletin verebildiği -uygun gördüğü demek istemiyorum- yıllık yüzde 4-5 civarında kalmaktadır. Öylesine bir ekonomik model uygulanıyor ki zengin daha zengin olurken fakir sürekli fakirleşiyor, yoksullaşıyor.
Dünkü bir gazetede memurlara önerilen son zam miktarının ardından yapılmış bir haber bu konuyu açıkça ortaya koymaktadır. Haberde Türk-İş'in Ağustos araştırmasına göre 4 kişilik bir ailenin açlık sınırının 741 lira, yoksulluk sınırının ise 2 bin 413 lira olduğunun belirlendiği hatırlatılarak, "Bu araştırmaya göre müsteşar, genel müdür ve kaymakam dışındaki tüm devlet memurları yoksulluk sınırının altında yaşıyor" deniliyordu. Haberde yer alan çizelgede tüm devlet memurlarının zamlı olarak ellerine ne kadar para geçeceği gösteriliyordu. Bu liste incelendiğinde kaymakamın da yoksulluk sınırını 137 lira ile geçtiği görülüyordu. Bu bakımdan insanımızın huzur ve refahı için öncelikli konu ekonomidir. Hatta terörün ve birtakım istenmeyen olayların önlenmesi için bile bu bozuk ekonominin yerine sosyal adaleti esas alan bir uyulamaya geçilmesi gerekiyor. Artık laf yarışının karın doyurmadığının farkına varılması gerekiyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.