Pöh, yaratıkmış!..
Dünya bu yaratığı konuşuyor diye yazıyor bütün gazeteler... İyi ya, biz de konuşalım. Bilim kurgu haberleri en esaslı sohbet mevzuularındandır ve bu muhabbetin sonu daima, ecnebilerin hızına asla erişemeyeceğimiz hükmüyle bağlanır; "Adamlar da yapıyordur canım!", "Kimbilir buldukları halde açıklamadıkları daha ne keşifleri vardır?", "Biz ağzımızı açıp uyurken onlar harıl harıl çalışarak..."
Bilcümle gazetelerin, haber ajanslarının hep bir ağızdan aynı haberden bahsetmesi bizi yanıltmasın. Filozofun biri, "Kesin doğruluk gerçek olmayabilir" diye bir paradoks kurmuş vaktiyle. Herkesin gözü önünde olup biten bir hadise bile pekâlâ yanıltıcı olabilir. Şüphecilik hakkımızı kullanalım ve diyelim ki, bu yaratık dedikleri şey, çizgi film yapan sanatçıların tasarladığı bir animasyon karakteridir belki de; üç boyutlu modellendikten sonra bilgisayarlı kalıp makinesinde silikon ve buna benzer maddelerden üretilmiş üç beş prototipten biridir. Belki bu anahtarlık büyüklüğündeki yaratığın plastik veya alüminyumdan yapılmış örnekleri, yakınlarda benzinliklerde, marketlerde satılmaya başlar!
Herkes gibi ben de bu yaratık işlerinden biraz anlarım, gazetedeki resmi şöyle bir inceledim; iri bir çekirge cirminde ufak tefek bir şey. Kuyruğu uzun, dört ayağı var, başı insanınkini andırıyor, gözleri iri... İster istemez "Ee, ne olmuş yani" diyorsunuz, "Yaratık dediğiniz bu mu yani?" Yadırgamakta haklısınız çünkü bu "yaratık" da, ötekiler gibi çeşitli hayvan uzuvlarının aynı gövde üzerinde bir araya getirilmesiyle oluşmuş bir kolaj çalışması; bir yırtma-yapıştırma eseri...
Ne demek istiyorum; şunu demek istiyorum: Yaratıkları tasarlayanlar neticede insanların müşterek bilgisi ve hayal gücü ile sınırlandırılmış hissediyorlar kendilerini. Mesela başka dünyalardan gelen yabancı yaratıkların uzay filmi yapımcıları tarafından nasıl da üç aşağı beş yukarı aynı surette tasarlandığını hatırlayacaksınız: İrice bir kafa, patlak gözler, ince boyun, kafadan çıkan antenler; bir yetişkinin yarısı kadar boy, derisi yeşil, beyni gelişkin vesaire. Temelde insanın farklı versiyonları. Zaten yaratık tasarımcılarının örnek alabileceği canlı türleri belli. İnsanla hayvan anatomisini biraz bulamaç yaparsın, bir iki renk değişikliği, al sana yaratık! Ha, bir de ürkütücü görünmeleri lâzımdır; çünkü insanlar ürkütülmekten haz duyarlar, yoksa korku filmleri çekilmezdi (yanlış mıyım?). Bu da demek olur ki biz insanlar, kendi sûretimize sıkışmış yaratıklarız; bir başka canlı türünü ille de kendi sûretimizde tasarlayabiliyoruz. (Dikkat buyurulsun, farkında olmadan araladığım bu kapıdan nice felsefî dehlizlere ışık sızdırmaktayım ki kadrini bilene ne hoş, ne güzel!)
Şimdi denilecektir ki, bu adam durup dururken bu yaratık meselesini niçin diline doladı; mutlaka lafı döndürüp dolaştıracak ve getirip iç siyasete bağlayarak okuyucularına ironik bir mesaj verecek...
Hayır, alâkası yok; hatta yemin ederim; vallahi ve billahi bu yazının politik göndermesi yoktur. Tamam, Meksika'da ele geçirilen yaratığın laboratuvar incelemelerinde DNA türünün tesbit edilememiş olması ilginç bir nottur vesairedir fakat DNA'sızlık da neticede insan zihninin dar hayalhânesinde icat olunmuş sıradan bir sıfattır. Kavramı icad edersiniz, sonra tersini çevirdiğinizde yeni bir buluş yapmış olursunuz; ne kadar banal bir mantık?
Üstelik DNA'sızlık demek, omurgasızlık, belkemiksizlik demek de değildir; fotoğrafa dikkatle bakınız; yaratığın DNA'sı yok ama belkemiği mevcut; hatta kuyruğuna kadar da uzanıp gitmekte... Öyleyse?..