“Ramazan eğlenceleri”
“Ramazan eğlenceleri” adı altında sunulan programların ramazanın ruhu ile bağlantısı yok. Pek çoğu eski TRT (Allah biliyor ya, şimdinin TRT’si milletin kıblesine hırlamıyor) ve oruçsuz yazarlar tarafından cebren dayatılan “Direklerarası” kokuyor.
Oysa ramazan “eğlence” zamanı değil, “zikir”, “fikir”, “şükür” zamanı.
Aslına bakarsanız ramazanda “eğlence” kavramı bile değişmeli, kirletilmiş eğlencelerin yerini iman eksenli yansımalar almalıdır.
Osmanlı insanı ramazanın tümünü eğlenceye ve neşeye dönüştürmüştü.
İftar ve sahur sofraları, tüm ailenin ortak yaşam içinde Allah’a ulaşma keyfini derinden hissettiği anlardı...
Selâtin camilerinde (padişahlar tarafından yaptırılan camiler), musikişinas müezzinlerle bestekâr imamların kıldırdığı ruhu şenlendirici teravihler de müthiş neşe verirdi insanlara...
Fitre ve zekât verme, fakir doyurma, sadaka taşlarına sadaka bırakma, borcundan dolayı cezaevine düşmüş borçlu bir dindaşının (kardeşinin) borcunu ödeyip ramazanı çoluk çocuğuyla yaşamasını sağlama gibi sevaplı işler de imanlı insanın iç dünyasını neşelendiren işlerdi...
Osmanlı ibadet ederek eğlenirdi...
Yani “eğlence” anlayışı bizimkinden farklıydı.
Anlayacağınız biz onların torunlarıyız, ama onların “eğlence” saydığını biz “eğlence”den saymıyoruz. Onların “zevk” odaklarından zevk alamıyoruz.
Aramızda anlayış farkı oluştu.
Osmanlı insanı, başta namaz ve oruç olmak üzere insanı Allah’a ulaştıran yollardan zevk alırdı, biz alamıyoruz...
Osmanlı insanı bir çiçeğin kıvrımlarında Allah’ın sıfatlarının yansımalarını okur, bir gülün kokusunda Peygamber-i âlişan Aleyhisselatü vesselam Efendimizi koklar, müthiş bir keyif yaşardı; biz çiçeklere bakmıyor, gülü görmezden geliyoruz...
Dolayısıyla zevk de alamıyoruz.
•
Osmanlı aileleri, çocuklarını ramazana ısındırmak ve özellikli bir ay olduğunu çocuklarının yüreğine çakmak için bazı oyunlara başvururlardı...
Bu sayede hem kendileri eğlenir, hem de çocukları eğlendirirlerdi.
Oturulan mekânın müsait yerine küçücük bir mahya kurmak ramazan eğlencelerinden biriydi...
Çocuklar küçücük mumlardan oluşan mahyayı iftar ezanıyla birlikte yakar, bu aile içinde müthiş bir seremoni olurdu.
Osmanlı aileleri ramazanda küçük bir “Hazine Sandığı” yapar, aile bireyleri, en büyüğünden en küçüğüne kadar bu sandığa ramazan boyunca kimi para, kimi güzel bir söz, kimi ayet-hadis, kimi de ramazana ilişkin gözlemler, dualar, duygular yazıp atardı...
Sandık kadir gecesi açılır, çıkan para sayılıp isim isim mahalle fakirlerine ayrılır, yazılı kâğıtlar okunur, yazanlar tebrik edilir, aralarından en iyisi seçilip ödüllendirilirdi...
Sonraları bunun yerini maalesef “Tombala” aldı.
Küçüklere öğleye kadar oruç tutturulur, öğlenlerde ciddi ciddi iftar ettirilir, her öğle orucuna bir ip kesilir, sonra ipler bir birine eklenirdi...
Ramazanın sonuna kadar epey uzayan düğüm düğüm ip, süslü bir sandıkcığa konur, açık arttırmaya çıkarılırdı...
Aile büyüklerinden biri sandıkcığı satın alınırdı...
Sonra da güzel bir ambalaj yaptırır, bayram günü çocuğa hediye ederdi.
Böylece hem çocuğun bayram harçlığı çıkardı, hem de torunlarına gösterebileceği bir ramazan hatırası biriktirmiş olurdu.
Çocuğun bayram armağanı da bu arada çıkardı.
Osmanlı dünyasında ramazan hazırlıkları da çok keyifliydi; camilere mahya kurulmasını seyre bütün şehir gider, ramazan akşamlarında bazı güzergâhlarda fener alayları düzenlenmesi insanları pencerelere çekerdi.
Kısacası hayatın da, ramazanın da tadını çıkarırlardı.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.