Üzerimize düşeni yapmak mı, yapmamak mı?
“İki cihan zindan isa/ Gerek bana bustân ola…
“Ayruk bana ne gam gusse/ Çün inâyet Dost’dan ola.
“Dost yüzini gördi gözüm/ Erenlere toprak yüzüm,
“Söz anlayana bu sözüm/ Gerek şekeristan ola."
•
Ramazandan sabır eğitimi alıyoruz…
Dervişçe sabır, mü’mince umut ve dolu dolu sevinç…
Yazının girişinde okuduğunuz Yunus da budur aslında: Tümüyle bir inanç, umut ve sabır manzumesidir!
Bizi de istikbale bunlar taşıyacak işte! Bu deyişlerde ruhumuzu yıkayıp ter temiz emellerimizin üstünde geleceğe uçacağız.
Bu kararlılığı kuşandığımız gün Osmanlı yeniden doğacaktır ufkumuzda. Yeniden gücün zirvesine çıkacağız!
İşte o zaman, Amerikalar Afganistanları, Irakları işgal edemeyecek…
Ruslar Çeçenleri kesemeyecek…
İsrail, her canı istediğinde Filistin’in altını üstüne getiremeyecek!..
Ne Batının oyunları karşısında dize geleceğiz, ne de Moskof emelleri karşısında pes edeceğiz!
Geçmişte bizi biz yapan değerlere yeniden sarılıp adeta yeniden dirileceğiz!
Bunun yolu fert fert, her birimizin, üzerimize düşeni yapmaktan geçer.
İslâm dünyası sahipsiz, çünkü biz bir birimize sahip değiliz.
Birbirimizin faziletinde varlık arayacağımıza, yekdiğerimizin batmasında, yok olmasında varlık arıyoruz.
Hatalarımız, yanlışlarımız çok: En büyük yanlışlarımızdan biri de kaynak israfı...
Kaynak bazen paradır, bazen insan…
İsraf içindeyiz: Ümmetin kaynaklarını kemirip duruyoruz!
Mesela: Aynı kulvardaki bir grup gazete mi çıkardı, öteki grup da gazete çıkarıyor…
Bir grup radyo mu kurdu, öteki gruplar da radyo kuruyorlar…
Bir grup bir konuda kitap mı yayınladı, öbür gruplar da yaklaşık aynı konuda kitaplar yayınlıyorlar…
Bir grup eğitim kurumları mı açtı, öteki gruplar da hemen eğitim kurumları açıp eğitim alanında büyümeye çalışan kardeşleri ile rekabete giriyorlar…
Sanki yapacak başka hizmet kalmamış. İlle taklit, ille “onda olan bende de olsun” bencilliği...
Evet, işin temeli bencillik! “Bende yoksa kimsede olmasın”, yahut “Onda olan bende de olsun” anlayışı! Bunun temelinde “Ötekine adam kaptırmama” düşüncesi yatıyor.
Sonuç: İnsan israfı, para israfı, can kaybı, kan kaybı! Ve acımasız rekabet ortamında ardı ardına gelen başarısızlıklar...
Oysa radyo zaten kurulu: Söyleyecek sözü olan buyursun, söylesin!..
Gazeteler zaten çıkıyor, yazacak fikri olan buyursun yazsın!..
Eğitim kurumları çoktan açılmış, orijinal bir fikri olan gelsin söylesin!
Yok, ille de “Onda olan bende de olsun” kolaycılığı…
Sultanahmet Kitap Fuarı’nı gezerken çok şaşırdım: Farklı isimler altında faaliyet gösteren yayınevleri birbirine benzer kitaplarla ayakta durmaya çalışıyorlar.
Defalarca yayınlanmış ilmihalleri tekrar tekrar yayınlıyorlar. Yeni ve orijinal olarak hemen hemen hiçbir şey yok! Bir de satışların düşüklüğünden şikâyet etmezler mi, ört ki ölem!
Birimiz de yeni bir çalışma yapalım, canım!
•
Bunları söylemeye kalkıyorsunuz ama yer demir, gök bakır. Emeller kendi daracık dünyalarında mahsur. Bâkir alanlar, hiç el değmemiş sahalarda hizmet yapmak varken, ille öncekilere rakip olup kendini ispatlayacak. Ah gurur! Ah ateş oku! Gururumuzu bir aşabilsek dirileceğiz, ama bir türlü aşamıyoruz işte.
Aşamayınca da koşamıyoruz, problemin özü bu kadar basit.
Özetlersek….
Bir birimizden okuyucu kapma, dinleyici kapma, adam aşırma hastalığı kendi dirilişimizi gerçekleştirmemize izin vermiyor...
Bir birimizi karalamaktan vakit bulup bizi topyekün karalamak isteyenlere karşı ortak bir strateji geliştiremiyoruz...
Bir birimizle uğraşırken, kıblemizle uğraşanların ekmeğine yağ sürüyoruz...
Bir birimize tuzak kurmaktan bize kurulan tuzakları boşa çıkaramıyoruz.
Sonuçta büyük bir hizmet üretmediğimiz halde yorgun düşüyoruz. Çünkü fasit bir daire içinde dönüyoruz. Yapılmış hizmetleri tekrarlıyoruz.
Hadi dostlar, “inayet ola!”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.