Sandığın içini boşaltan adam
Biliyorum, Süleyman Demirel hakkında artık ne konuşmaya ne de yazmaya gerek var. Türkiye'nin ve dünyanın neredeyse bir asır 'geri'sinde kalmış 28 Şubatsever eski bir siyasetçinin anlatabileceği yeni hiçbir şey yok.
Kimse de zaten merak etmiyor... Ama merkez sağın temel değerleri olan milli iradenin ve sandığın içini boşaltan bu adam konuşuyor hâlâ. İyi de ediyor. Aslında anlattığı sadece kendi hâl-i pür melâli.
Milletin umrunda değil ne söylediği. Benim için ise o, sadece 'akademik' bir vak'a. Darbecilerin katlettikleri Menderes'in, partisini ve kitlesini yeni nesil darbecilere teslim eden zat-ı muhterem. Aynı zamanda 9. cumhurbaşkanı mı dediniz onun için? Evet, cumhurbaşkanlığı; işte bu 'tarihsel alış-veriş'in karşılığının hesabına yatırıldığı işlemden ibarettir o.
Onu tanıdıkça 1960 sonrası 'merkez sağ' siyasetin nasıl ipotek altına alındığını, vesayet rejimini meşrulaştırmak için nasıl kullanıldığını daha iyi anlıyoruz. Her konuşması adeta bir itiraf. En son Sabah'ta Yavuz Donat'a demokrasi 'kirletilirken' nasıl seyirci kaldığının itirafını yapıyor.
Yavuz Donat'a nelere göz yumduklarını bir 'gayri meşru çocuk' hikayesiyle anlatıyor. Doğrudur, demokrasiyi de, milli iradeyi de, Menderes'ten miras kalan 'merkez sağ'ı da o anlattığı 'nesebi gayri sahih' çocuğa çevirdiler.
Korktu, hep korktu ve korkuttu... Vesayet rejimini 'doğallaştırdı', meşrulaştırdı, merkez sağ kitlelerce benimsenir hale getirdi. Sonuç; iki defa alıp kapının önüne koydu darbeciler onu da.
Şimdi çıkmış 'mağdur biziz' diyor. Tabii kendisi; 12 Eylül'ün ardından gözaltına alınıp işkencelerden geçirilen 650 bin kişidir kendisi! Yargılanan 230 bin, vatandaşlıktan çıkarılan 14 bin, pasaport verilmeyen 390 bin kişi o! 18 yaşından küçük olduğu için önce yaşı mahkeme kararıyla büyütülen sonra da idam edilen o!..
12 Eylül darbesinin 'mağduruyuz' diyen bu kişi bütün bu zulmün, hukuksuzluğun, vicdansızlığın hâlâ 'yasalar çerçevesinde' yapıldığını düşünüyor. TSK İç Hizmet Yasası'nın 35. maddesine göre yapılmış, yani 'yasal'mış 12 Eylül darbesi. Bunu söylerken sadece 12 Eylül'e kılıf uydurmuyor, bütün darbelere ve darbe teşebbüslerine de 'yasallık' giydiriyor.
Demokrasi bilinci, 'hukuk felç olursa, Türkiye Cumhuriyeti'nin emanet edildiği yer, silahlı kuvvetler' diyecek düzeyde hâlâ. Bu bir Stockholm sendromu; tecavüzcüsüne âşık olan rehine kız vakası.
Hukuku felç edenleri, bırakın felç etmeyi, iğfal edenleri hukukun bekçisi ilan ediyor hazret. 'Bu emanet hadisesi bugün de caridir' diyor. 'Eğer koruma kollama yapmazsa, görevini yerine getirmemiş duruma düşecek'miş. Demirelgiller olsaydı memleketin başında, evet, kesinlikle cariydi bu 'vazife'. Ama artık bu işe kalkışanlar, arkadaşları yargılanıyorlar.
Darbecilerin yaptığı anayasa bile emaneti millete bırakıyor, kendisi diyor ki 'koruma kollama görevi yasaya göre TSK'nın'. Bunca yıl siyaset yapmış birisi anayasa ve yasa arasındaki 'hiyerarşi'yi de mi bilmez? Galiba bunların bildikleri sadece kendileri ile üniformalılar arasındaki hiyerarşi...
Böylelerinin elinde darbe rejimi hiç bitmedi, ne 1960 ne de 1980 sonrası. Neyse ki miatları doldu. Milli iradeye 'kuma' alanlar siyaset yapamıyorlar artık. Demokrasi, demokrasiyi askere satanları tasfiye etti.
Türkiye'nin nasıl bir kabuk değiştirdiğini Demirel gibi siyasetçilerin düştükleri entelektüel seviye ve toplumsal yalnızlığa bakarak anlamak mümkün. Bir, dün demokrasiyi emanet ettiklerimize bakınız, bir de bugünün demokratlarına ve demokrat siyasetçilerine.
Tank sesini duyduğunda her daim şapkasını alıp giden zat, 'herkes, meselesini sandıkta halledecek' diyerek millete akıl veriyor. Siz merak etmeyiniz, millet zaten halletti meselesini sandıkta... Siz bu akılları keşke etrafınızda dolaşan Ergenekon sanıklarına verseydiniz.