Türkiye-Suriye ilişkilerinin 11 yılı... İhtar’dan, İftar’a!
Tarih 16 Eylül 1998... Dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Atilla Ateş, 1 Eylül 1998’de görevi fiilen devralmıştır... 15 gün sonra da, “ilk önemli çıkış”ını yapacaktır... Bu çıkış “Suriye” konusunda olacaktır!.. Amacı, Suriye’ye “Türkiye’nin kararlılığı”nı göstermek ve uygulamaya konulacak “yaptırımlar” konusunda “iç ve dış kamuoyunun dikkatini çekmek”tir!.. Peki, bu nasıl olacaktır?.. Strateji belirlenir... Org. Atilla Ateş, “Kara Kuvvetleri Komutanı” olarak “ilk gezi”sini “Suriye sınırındaki birlikler”e düzenleyecek, burada yapacağı konuşmayı “basın mensupları ve vatandaşlar” da izleyecektir!.. Org. Ateş; gerekli “plânlama”yı yaptıktan sonra, kararını dönemin Genelkurmay Başkanı Org. Hüseyin Kıvrıkoğlu’na bildirir ve kendisinden “onay” ister...
Onayı aldıktan sonra, “2. Ordu Komutanı Aytaç Yalman”la görüşür ve gezisi için hazırlık yapılmasını ister...
11 YIL ÖNCE BUGÜN YAPILAN İHTAR!
Org. Ateş, Suriye sınırına gidecek ve Hatay’ın Reyhanlı ilçesinde vatandaşlara hitap edecektir... Org. Yalman ve dönemin Hatay Valisi Gökhan Aydıner gerekli hazırlıkları yapar...
Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Atilla Ateş, Suriye sınırında denetlemeler yaptıktan sonra 16 Eylül 1998 günü Reyhanlı’da Hudut Bölük Komutanlığı’nda, plânladığı tarihî konuşmayı yapar!..
Suriye’ye ateş püsküren Ateş, şunları söyler:
“Suriye gibi komşular iyi niyetimizi yanlış tefsir ediyorlar. Apo denen eşkıyayı destekleyerek, Türkiye’yi terör belasına bulaştırdılar. Türkiye, iyi ilişkiler konusunda gerekli çabayı gösterdi... PKK destekçisi Suriye, sabrımızı taşırmaya başladı... Suriye iyi niyetimizi suiistimal ediyor ve PKK’yı topraklarında besliyor... Gerektiğinde bu halk sorumlulara dersini verecektir.”
Malûm, bu konuşmanın ardından Abdullah Öcalan, Suriye topraklarından çıktı, ülke ülke dolaştıktan sonra Kenya’da “derdest” edilip, Türkiye’ye “paket teslim” yapıldı.
Ama, “asılmamak” şartıyla!..
Bu teslimat, DSP ve MHP’nin işine yaradı.
Bu ikili, ANAP’ın da katılmasıyla “koalisyon” kurdular... Ki, Bülent Ecevit, daha sonraki yıllarda, “Apo’yu bize niye verdiler, hâlâ anlayabilmiş değilim” diyecektir!..
Ölünceye kadar da, bunun sebebini anlayamayacaktır!..
Evet, Apo teslim edilmiş ancak “terör” durmamıştır...
Hâlâ şehit vermeye devam ediyoruz.
Bu da; “askerî çözüm”ün tek başına yeterli olmadığının bir kanıtıdır...
Bu anekdotu şunun için aktardım:
16 Eylül 1998’den
16 Eylül 2009’da, günü gününe “tam 11 yıl” geçti!..
Evet, tam 11 yıl!..
11 yıl önce asker tarafından “düşman” ilân edilen ve neredeyse “savaşın eşiği”ne geldiğimiz bu ülke; 11 yıl sonra bugün; Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad’ın da ifadesiyle “dost”tan da öte, bir “kardeş ülke” oldu!..
TARİHÎ ANLAŞMA: VİZEYE SON!
Ne garip tecelli değil mi?..
16 Eylül 1998 günü, Org. Atilla Ateş’in “ihtar” edip “tehdit”ler savurduğu Suriye’nin Devlet Başkanı Beşşar Esad ile 11 yıl sonra bugün, yani 16 Eylül 2009’da bir “iftar sofrası”ndaydık, iyi mi?..
Efendim, iftarı veren AK Parti İstanbul İl Başkanı Aziz Babuşçu idi... “Kardeşlik Yolunda Bir Adım Daha” sloganı ile Wow Hotel’de verilen iftarın baş konukları elbette Başbakan Tayyip Erdoğan ve Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad idi.
“Konuşma”lara geçilmeden önce, “o tarihî karar”ın açıklanıp açıklanmayacağını merak ediyordum.
Çünkü, gündüz saatlerinde Suriye ile Türkiye heyetleri arasında yapılan görüşmelerde; “Türkiye ile Suriye arasındaki vize uygulamasının karşılıklı olarak kaldırıldığını” öğrenmiştim.
Bu kararı; Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davudoğlu ile Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim, İstanbul’da düzenledikleri ortak basın toplantısında açıklamışlardı!..
ŞENGEN DE VAR, ŞAMGEN DE VAR!
İşte bu kararın Başbakan Tayyip Erdoğan ve Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad tarafından da açıklanıp açıklanmayacağını merak ediyordum ki; Başbakan Erdoğan kürsüye çıktı ve “tarihî müjde”yi verdi:
“Bugün, biz bir adım attık... Bugün bir bayram günündeyiz... Suriye ile Türkiye arasında vizeleri kaldırdık... Bu tabiî özlenendi, beklenendi.
Hatta bir dostum bana bu akşam bir latife, nükte yaptı.
Dedi ki;
“Şengen de var, Şamgen de var.”
Tabii bu bayram için de çok önem taşıyordu. Eskiden belli bir protokol çerçevesinde sınırlarda geçişler vardı. Şimdi bu bayramda artık bu da olmayacak ve sınırdan rahatlıkla Suriye’den Türkiye’ye, Türkiye’den Suriye’ye geçebileceğiz.
Sayın Cumhurbaşkanı, bakanlarına talimatı verdi. Aynı şekilde biz de talimatı verdik, yürürlüğe girdi!..
İşte barış bu, sevgi bu!..
Kardeşlik bu, dayanışma bu.
Bunun temellerini en güzel şekilde attık, atıyoruz.
Suriye ile güzel yarınlara birlikte yürüyoruz, ortak bir geleceği, huzur ve refah dolu bir bölgeyi inşallah birlikte inşa edeceğiz.”
Başbakan Erdoğan, Lapseki ile Gazimagosa arasında feribot seferleri başladığında KKTC ile Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının duyduğu heyecanın tarif edilemez olduğunu, Halep ile Mersin arasında 13 Mart 2009’da başlayan “karşılıklı tren seferleri”nin inşa ettiği dostluk köprüsünün de izah edilemez olduğunu kaydetti.
Şam ile Ankara’yı, Şam ile İstanbul’u hızlı ve güvenli bir şekilde birbirine bağlayacak bu hattın kendilerinde yol açtığı sevincin tarif edilemez olduğunu ifade eden Erdoğan, “Türkiye ile Suriye arasında tesis ettiğimiz bu kardeşlik ikliminin yeterli olmadığına inanıyorum. Birlikte çok daha fazlasını yapabilir, çok daha fazlasına ulaşabiliriz” dedi.
İşte bu sözleri duyunca;
Aynı masada oturduğumuz yazarımız Sibel Eraslan’a dönüp; “Neredeeen nereye?” dedim;
“11 yıl önce düşman görüp, savaşın eşiğine geldiğimiz Suriye ile bugün vizeleri kaldırıyoruz!.. 11 yıl önce ihtar verdiğimiz Suriye’ye, 11 yıl sonra bugün iftar veriyoruz!”
7 YILDAKİ KARŞILIKLI ZİYARETLER!
Peki, bu aşamaya nasıl gelindi?..
Elbette “karşılıklı ziyaretler”le!..
“Sıkılı yumruk” uzatarak, ya da “tehdit”ler savurarak değil, “dost ve kardeş” olduğumuzu göstererek!..
Düşünebiliyor musunuz;
Son 7 yıl içinde, Sayın Abdullah Gül, tam 10 defa Şam’a gitti.. Başbakan Erdoğan da, 7 defa Şam’ı ziyaret etti. Dışişleri Bakanı Ahmet Davudoğlu’nun ziyaretleri ise, sanıyorum 30-35’i buldu. Beşşar Esad ise 5 defa Türkiye’ye geldi...
İşte bu “karşılıklı ziyaretler”dir ki; bugün “vizelerin kalkması” sonucunu doğurdu...
Sadece “vizenin kalkması” değil, Türkiye ile Suriye arasındaki “ticarî” ilişkiler de son 7 yılda epey mesafe katetmiş!..
Meselâ, 7 yıl önce 773 milyon dolar olan ticaret hacmi, bugün 1 milyar 750 milyon dolara çıkmış ki; Erdoğan “bunun da yeterli olmadığını, daha yükseklere çıkarılacağını” söyledi!..
Peki; son 11 yılda, ya da son 7 yılda ne değişti ki, bu “güzel gelişmeler” yaşandı?..
Tayyip Bey, bunun sırrını şöyle açıkladı:
“Biz düşman üretmeye değil,
Dost kazanmaya geldik!”
Galiba, işin sırrı, işte bu cümlede...
“DOST”TAN DA ÖTE “KARDEŞ”İZ!
Öyle ya;
“Suriye ile aynı suyu ve aynı ekmeği paylaşıyoruz... Aynı kaderi paylaşıyoruz... Kudüs’te de, Şam’da da, Halep’te de, Çanakkale’de de aynı düşmana karşı omuz omuza çarpıştık, aynı siperde birlikte şehitler verdik!.. Bütün gelişmeler, bizi birbirimize kardeş eyledi... Biz, et ve tırnak gibiyiz.”
Beşşar Esad da aynı konuya vurgu yapıp, dedi ki;
“Türkiye ile Suriye arasında düşmanlıkları dostluğa dönüştüren ilişkiler, diğer ülkelere de örnek olmalıdır.
Bunu biz başardık... Çünkü eşyayı, tabiatına çevirdik... Biz Türkiye ile ortak noktada buluşmadık, tarihimizde buluştuk.
Daha önce belki dosttuk ama şimdi dostluktan da öte, kardeşiz!..
Sayın Erdoğan’ın Davos’ta sergilediği tavır, Türkiye’nin onurunu daha da yüceltti... Bu örnek bir tavırdı, saygın bir tavırdı...
Türkiye; Irak’ın işgali esnasında da, İsrail’in Gazze’yi işgali esnasında da saygın bir tavır takınmış ve bu bütün Arap dünyası tarafından takdirle karşılanmıştır!..
Bizler, bugüne kadar yabancı güçlerin, sömürgeci güçlerin Böl-Yönet oyunlarına alet olduk... En kolay yol, karşı tarafı suçlamaktı, bu yapıldı!..
Ama bundan sonra;
Dostluktan kardeşliğe dönüşen ilişkilerimizi bozmaya kalkanlar olursa; buna, ilk önce Türkiye ve Suriye halkı engel olacaktır!”
BİR İFTAR DA DOLMABAHÇE’DE!
Konuşmalar, elbette bu sözlerle sınırlı değildi... “Terörle mücadele” de geldi gündeme, “Demokratik Açılım” konusu da...
Şu kadarını söyleyeyim;
Gerek “Demokratik Açılım” konusunda, gerek “Türkiye ile İsrail arasında sürdürülen arabuluculuk” konusunda, Türkiye hangi adımı atarsa atsın, Suriye’den “tam destek” var!..
En önemlisi de “Türkiye’ye güven” var!..
Gerek bu konuları, gerek gündemdeki diğer konuları; öyle sanıyorum ki, Başbakan Tayyip Erdoğan’la bir başka plâtformda konuşacağız.. Konuştuğumuzda sizlere de aktarırım inşallah...
Bugün aktaracağım son not;
“16 Eylül 1998’den,
16 Eylül 2009’a!”
Neredeeen, nereye?..
Ya da;
“İhtar”dan... “İftar”a!..
İşte “son 11 yıl”ın özeti..
Garip-likler!
Münevver Karabulut adlı genç kızın katil zanlısı Cem Garipoğlu, nihayet “teslim oldu” da, somut bir adım atılmasına vesile oldu... Çünkü, “cinayet”in üzerinden geçen “197 gün” boyunca, ağzı olan herkes konuşuyordu... Bilen de konuşuyordu, bilmeyen de... “Acı çeken” de konuşuyordu, “şov yapan” da!..
Öyle sanıyorum ki; Cem Garipoğlu’nun teslim olması, “babanın evlât acısı”nı bir nebze de olsa dindirecektir!..
Ama yine de, bu “teslim olma”da bazı “Garip-likler” var...
Meselâ, bu “çocuk”(!) 197 gündür “nerede” saklandı, “kim” sakladı?.. Cinayette ve saklanmada ona “yardım ve yataklık” edenler kimlerdir?..
Teslim olduğunda görüldü ki; saçı, “berberden yeni çıkmış gibi”ydi!.. O “berber” kim ve nerede tıraş etti?..
Belli ki; bu “hunhar cinayet”in, bir de “arka bahçe”si var!.. Şimdi sıra, bu “arka bahçe”dekileri deşifre etmek ve onları da cezalandırmakta!..
Tabiî, bütün bunlar yapılırken, Garipoğlu ailesinin “zengin”liğine bakılmadan “adil” hareket edilmeli, en önemlisi de kamuoyunun vicdanı tatmin edilmelidir!..
Çünkü, daha “teslimat”la birlikte “kuşkulu soru”lar da başladı!..