Bu film asla bitmez
Bizden sonra çocuklarımıza, onlardan sonra torunlarımıza gösterilir...
Destan niyetine anlatılır...
Bostan niyetine kavunu, karpuzu, hıyarı devşirilir...
Ne demek istediğimizi anlamadınız muhtemelen... Halbuki senenin yarıdan bir çentik fazlasını feda ettik bu filme...
Nobel’lik mi, Oscar’lık mı, Gümüş portakal’lık mı, her ne ise, bizim değersiz vakitlerimizi çalan iki filme şahit olduk:
1- Hırant Dink filmi,
2- Münevver Karabulut filmi...
Her ikisinde de gözlerden akmadık yaş, karşı tarafa atılmadık taş bırakılmadı...
Yalnız bu son film çevrilirken “Hepimiz Münevver Karabulutuz” diyen olmadı...
Eksikliği sadece bu...
Oysa, birincisinde İstanbul dükalığında söz sahibi kim varsa hepsi “Ermeni” olmuşlardı, “Hırant” olmuşlardı...
70 yıldır hiç bu kadar dallı-budaklı, üzüntü aşılayan film görmemiştim... Binlerce, on binlerce cinayet duymuştum... İçlerinde bakanlar, yüksek rütbeli bürokratlar, 4 yıldızlı generaller katledilmişlerdi de holding medyası aldırış dahi etmemişti...
Son iki cinayet için “failleri niçin bulmuyorsunuz” vaveylaları kopartıldı, neredeyse hükümet düşürülmek üzere sallandırıldı.
Münevver Karabulut’un ne kadar da seveni varmış...
Televizyon kameraları, gazeteler, hatta meclis kürsüsü tepe tepe kullanıldı...
Maktulün babası, annesi, kardeşi, diğer yakınları eğer güçleri kafi gelmiş olsaydı darbe bile yaptıracaklardı...
Kör yola giden bir insan canı elbette insanı üzecektir...
İyi de:
Maktul kızın resimlerine dikkat ettiniz mi?
Katil oğlana önden, arkadan, yandan “seni bırakmam” dercesine sarılıyordu...
Cem Garipoğlu olmadan hiçbir fotoğrafı yoktu galiba...
Münevver’i Cem’in tahtı tasarrufuna terk eden aile handeyse sana ve bana bile suç bulacak...
İnsaf yani...
Medya yeltemecileri zaten malum... Körüklediler, köpürttüler, kıymetli vakitlerimizi resmen hırsızladılar, hırsızlattılar...
Evet, hiçbir cinayet haklı ve mazur görülmez...
Her insan bir dünyadır...
İnsanı katleden dünyayı katletmiştir...
Buna rağmen katledilenin günahını, vebalini görmemek, göstermemek ne kadar ahlakidir?
Biz, bütün Türkiye, İstanbul sosyetesinin seksi meselelerine kafa yormak mecburiyetinde miyiz?
Baksanıza, cinayet aletleri dahi farklıdır...
Destere, ya da hızar...
Hele hele, protesto pankartına çıkan “üç milyon Euro” kepazeliği hiç akıldan çıkar mı sanıyorsunuz...
Bırakın kim ne halt ediyorsa etsin... Yeter ki bigünah vatandaşları rahatsızlığa sürüklemesin...
Biliyorum, benim bu eleştirilerimden ne anlamlar çıkartacak holding medya yazarları...
Elbette bana ateş püskürecekler... Çünkü tıynetleri malum...
Cem Garipoğlu, “kıskançlık” sebebiyle işlemiş cinayetini...
Peki o katledilen kızın babası, annesi, dedesi ve yakınları neden kızlarını katır gibi bir oğlandan kıskanmamışlar?..
Sosyete kıskanmaz aslında...
Kimseyi itham etmiyorum, amma bazı kesimlerin yek at, yek mızrak yeldeğirmenlerine saldırmaları bana abes veya maksatlı geliyor...
Bir kız, resmen nişanlı olduğu veya evli olduğu erkeğe haddinden fazla sarılır, sokulur ve bunları da resimlerle tesbit ederse, neticeye katlanır işte böyle...
Ailesi de geniş meşrepliliğin cezasını çeker...
Helala itibar etmeyenler, haramı hayat tarzı olarak seçerler ve de sonunda kuyuya düşerler...
Allah (c.c.) kimseyi şaşırtmasın, şehevi arzularına ram etmesin...
================
Kör aşçının çorbasından canlı kurbağa çıkar
Üç serseri dağdan iner, on ahmak dağa çıkar
Ulusalcı literatürde aynıdır tersi-yüzü
Sokma aklı reddedenin ismi alçağa çıkar.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.