Felâketlerimizin tuzu-biberi
Trakya ve İstanbul, korkunç bir sel felaketiyle karşı karşıya. Resmî açıklamalara göre, bir metrekareye düşen yağmur miktarı 180 veya 285 kilo arasında değişiyor. Yer yer 5 metreye kadar yükselen sular kırk vatandaşımızı alıp götürdü. Binlerce ev, sular altında kaldı. Zararın 150 milyon doları aşacağı söyleniyor. Bu dehşetli sel felaketi karşısında kahırlanmamak mümkün değil. Şahsen ben, televizyon ekranlarına yansıyan görüntülere bakamaz oldum. Bu arada, gazetelerimizin birinci sayfalarında yer alan bazı resimler de, en az o sel felâketi kadar dehşet verici: Birkaç İstanbul gazetesi, “ölü soyucuların“ resimlerini yayınladı. Gencecik adamlar, sel sularına kapılan dükkan mallarını, çuvallara doldurarak sırtlamışlar. Sulardan çekip aldıkları malları, dükkan sahiplerine değil, kendi evlerine götürmek veya şurada-burada satmak için toplayıp götürmüşler. Gazeteler, o fırsatçıları “ölü soyucular” olarak ilan etti. Hani bazı hırsızlar vardır: Ölen bir kişinin ağzındaki altın dişleri almak için geceleyin mezar açarlar. Kelpetenlerle ölülerin altın dişlerini söküp alırlar. Bana göre, sel gibi, yangın gibi, deprem gibi bir felâketle karşı karşıya kalan kimselerin mallarını yağmalamakla, öldüğünde birkaç altın dişiyle birlikte gömülen kişilerin mezarlarını açmak arasında bir fark yoktur.
Biz, millet olarak, okuyup-yazmada, telefon, radyo, televizyon, otomobil... kullanmada, geçmiş asırlardaki soydaşlarımızdan, elbette çok çok öndeyiz. Ama ahlâk bakımından, ecdadın fersah fersah gerisinde yüzüyoruz. İşte size, tarihçilerimizden İsmail Hâmi Dânişmend’in, Garb Menbalarına göre ESKİ TÜRK SECİYE VE AHLÂKI isimli çok mühim eserinden birkaç örnek: A.dela Motraye isimli seyyah, 1727 yılında yayınlanan “Voyages en Europe Asie et Afrique“ isimli eserinin 258. sayfasında şunları yazıyor: “Hırsızlara gelince, bunlar, İstanbul’da, son derece nâdirdir. Ben Türkiye’de takriben on dört sene kaldığım halde, bu müddet zarfında hiçbir hırsızın, orada, ceza gördüğünü işitmedim. Türkiye’de yankesicinin ne olduğu malûm değildir. Onun için, ceplerin el çabukluğundan korkusu yoktur” (sayfa: 9)
Bir fransız doktoru olan A.Brayer, İstanbul’da dokuz yıl kaldıktan sonra Paris’e dönmüş, orada Neuf annÈes a Constantinoble isimli iki ciltlik bir kitap yazmış (1836). Eserinin 234. sayfasında demiş ki: “...Yankesicilik, dolandırıcılık, anahtar uydurma, kırıcılıkla çalma, pencereden girme vesair suretlerle yapılan hırsızlıklara gelince, işte o gibi vak’alar, son derece nadirdir. Türkiye’de bunlar meçhuldür. Ev kapularının şöyle böyle kapandığı ve esnafın, umumi ahlâka itimad edip, dükkânını açık bırakarak gaybubet ettiği bu muazzam payitahtda her sene, azami altı hırsızlık vak’ası olur” -Sayfa:13-
Her sene birkaç defa İstanbul’a gelen A.Ubicini, 1855 yılında yayınladığı, la Turquie Actuelle isimli kitabının 329. sayfasında şunları yazıyor: Bu muazzam payitahtta, dükkâncı, herkesçe mâlûm namaz saatlerinde, dükkânını açık bırakıp gittiği, ve geceleri evlerin kapuları alelâde bir mandalla kapatıldığı halde, senede yalnız dört hırsızlık vak’ası bile olmaz!
Eski Türk Seciye ve Ahlâkı müthiş bir kitap.. Ölü soyuculardan farksız olan o yağmacılara, ceza mahkemesi başkanı, bir de bu kitabı okuma cezası vermelidir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.