Osmanlı asırlarında bayram
1852 yılı İstanbul’unun bayram gecesini, bir Avusturya gemisinden seyreden meşhur Fransız yazar ve gezgin T. Gautier manzarayı şu şekilde satırlara döküyor:
“Türkler barut yapmayı pek sevdiklerinden top atışları durmadan birbirini kovalıyordu ve her yandan patlayarak kulakları, şenlikli bir gürültü içinde, hırpalıyordu…
“Cami minareleri birer fener gibi yanıyordu; Kur'an ayetleri gecenin koyu mavisine ateşli harflerle sanki kazılmıştı…
“Tophane çeşmesinin çevresinde kümelerce ışık ateş böcekleri gibi parıldıyor, Sultan Mahmud Camii'nin minareleri, uçları ateşli demirle çizilmiş gibi göğe doğru fışkırıyordu...
“Kırmızı ve yeşil ışıkların bir rüya gibi aydınlattığı Tophane ışıl ışıl yanarken zaman zaman top ağızlarından fışkıran alevler beliriyor, hava fişeklerinin, bombalarının yılankavi ya da parçalı ışıltıları karanlığı deliyordu…
“Yeşil, mavi, kırmızı, sarı kandillerle direklerini, ip ve bordalarını ışıklandıran demirli gemiler alevden bir okyanus üstünde yüzen elmastan teknelere benziyor, Boğaz’ın suları bu kandil, fener yanar söner ışık ve parıldayan harflerin akisleriyle sanki tutuşuyordu…
“Sarayburnu, zebercetten bir promontoire gibi uzanıyor ve bu burun üstünde Ayasofya, Sultanahmet, Osmaniye Camilerinin ateşten bilezikle çemberlenmiş gümüş minareleri fışkırıyordu.
“Asya Kıtası'nda Üsküdar binlerce ışıklı kıvılcım saçıyor ve Boğazın alevler içinde yanıyor görünen iki rıhtımı göz alabildiğine kayık küreklerinin durmadan kırbaçladıkları bir ışıklı pul nehrini çerçeveliyordu. Renkli camlar, fenerlerle süslü buharlı gemiler gidip gelirken güvertelerinde çalan bandoların nağmeleri hafif rüzgârla çevreye dağılıyordu.
"Avusturya gemisinde bir iki saat kalarak dünyada eşi bulunmaz bu muhteşem gösteriyi seyretmekle sanki sarhoş oldum…
“Elmasların, zümrütlerin, yakutların patladığı, parıldadığı üç dört fersah uzunluğunda su üstünde söneceği yerde daha parlak, daha göz alıcı olarak yeniden canlanan bu şenliklere kıyasla birkaç düzine fenerin yandığı Concorde Meydanı'ndaki zavallı donanmalarımız nedir ki?"
•
Ramazan boyunca, padişahın iyilikseverliğini vurgulamak amacıyla yoksullara sadakalar dağıtılırdı…
Halkın iyi bir bayram geçirmesi için tedbirler alınır; şehre daha fazla zahire, meyve, sebze, canlı hayvan getirtilmesi sağlanırdı…
Büyük camilerin avlularına yemiş, baharat, bakkaliye, şekerleme, mum, fener, kandil gibi yiyecek maddeleri ile kapamacı işi hazır elbise ve kumaş satan sergiler kurulurdu… (Hep eleştirdim, ama şimdiki Sultanahmet etkinliklerini andırıyor sanki).
Bazı sergilerde kitap ve oyuncak satılırdı…
Eski İstanbul’da, bayramlar her seviyede halk tarafından yaşanırken, “Saray-ı Amire”de, yani Topkapı Sarayı’nda bir başka biçimde yaşanırdı.
Osmanlı Devleti'nde bayram töreni ile ilgili ilk resmî düzenleme Fâtih Sultan Mehmed tarafından yapılmış, İstanbul'un fethinden sonra şehrin en güzel yerinde bir saray inşâ ettiren cihân pâdişâhı, çıkardığı ilk Osmanlı “Kânûn-nâme”sinde burada yapılacak bayram töreninin âdab ve erkânını da açıklamıştı.
“Kanunname-i Ali Osman”da, Fatih Sultan Mehmed “Muayede-i Hümayun”, yani bayramlaşma konusunda şöyle diyor:
“Meydân-ı Dîvân'a (Dîvân Meydanına) taht kurulup çıkmak emrim olmuşdur. El öpüldükde vüzerâm (vezîrlerim) ve kâdî-askerlerum ve defterdârlarum kafadârum olup duralar! Ve hocama ve müftî'l-enâma (Şeyhülislâm) ve vüzerâma (vezirler) ve kâdî-'askerlerüme (kazaskerler) kendüm kalkmak kanunumdur ve çavuşlar el öpmek kânûnumdur!..
“Ve müteferrika ve ulûfe ile olurlarsa el öpmek kanunumdur ve çaşnıgirler (Padişahın yemeğini tadanlar) el öpmek kanunumdur ve zâim ve erbâ–ı timar el öpmek lazım değildir.”
Bu kanun gereğince pâdişâh; hocalarına, şeyhülislâma, kazaskerlerlere ve defterdârlara ayağa kalkıp bizzat kendisi bayramlaşacak, (Osmanlılarda âlime verilen değeri görebiliyor musunuz?) geri kalan devlet ve saray erkânının tebriklerini ise oturarak kabul edecekti.
Sadrazam ile vezirler padişaha bağlılık alameti olarak yer öpecekti.
Yine "Kânûn-nâme" gereği çâvûşlar, alây beyi, müteferrika, za'îm müteferrikası, kâdîlar, muhâsebeci, yeñiçerî kâtibi ve rûz-nâmeci pâdişâhın elini öpecek, diğerleri el öpmeyip yalnız musâfaha etmekle yetineceklerdi.
Fatih Sultan Mehmed’in meşhur “Kanunâme”siyle her şey bir kurala bağlanmıştı. Böylece bir “saray protokolü” oluşmuştu. Buna “Teşrifat-ı Kadime” denirdi. “Teşrifat-ı kadime” mucibince sarayda bayram törenleri düzenlenirdi…
Bitiremedik, inşallah yarın devam edelim…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.