Bayramlar biraz hüzün biraz sevinçtir
Bayramların asıl adı “kavuşmak, huzur ve güven” olarak bilinse de modern dünyanın ve pop kültürünün esiri insanlar olmamız hasebiyle, bu özelliklerinden ziyade ayrılıklarla bayramları yaşar hale geldik.
O yüzden derim ki; “Bayramlar biraz hüzün biraz da sevinçtir.” Oysa hakikatte bayramlar; “barışma, konuşma, buluşma, kaynaşma ve dayanışma” günleridir. “Ah o eski bayramlar” diyerek hamaset yapmayacağım fakat eski bayramlar hangi şartlarda olursa olsun, manasına uygun yaşanıyordu.
Ya şimdi öyle mi? Teknolojinin tembelleştirdiği ve robotlaştırdığı insanlar olarak; “yüz yüze, göz göze, dil dile, gönül gönüle” iletişim kuramıyor, onun yerine kuru bir sesle veya mesajla ulaşarak bayramlaşıyor ve hasret giderdiğimizi sanıyoruz.
Samimiyetten ve mana yüklü duygudan yoksun, buz gibi katı bir kalple hayırlı bir iş yaptığımızı zannedip, vicdanımızı rahatlatmaya çalışıyoruz. Telefonla tebrik mesajlarını bu katılığın ve soğukluğun bir örneği olarak görebiliriz.
Mesajla bayramlaşma hiç yoktan iyidir amma yine de Müslüman fıtratına ve bayramın üzerimize yüklediği misyona ters gibime geliyor. Diyelim ki birisi bayramı manasına uygun yaşıyor ve çok keyifli olduğu bir anda, yine çok sevdiği bir dostuna mesaj çekiyor ve o kişinin mesajı aldığında çok mutlu olacağını düşünüyor.
Peki, o zat, mesajı alanın nerede ve hangi ruh halinde olduğunu biliyor mu? Kendisi keyifli veya vazifesini yerine getirmenin mutluluğunu yaşarken, karşısındakinin de öyle olduğunu mu zannediyor. Belki de öyle değil. Mesaj çektiği dostu kim bilir hangi haldedir.
Hastadır, yoldadır, komşusuyla tartışmıştır, çocuklarıyla iletişimi bozuktur, borçludur, alacaklıdır, daha çok keyiflidir, tatildedir, zevkten dört köşedir, gözü kendisinden başka bir şey gömüyordur, hiçbir mesajla uğraşacak zamanı yoktur ve reddedebilir, v.s. v.s.
Bu söylediklerim olmayacak şeyler değil. Hatta saymadığım daha yüzlerce hal vuku bulabilir. Mesajı geçelim, uzatmanın bir faydası yok. Şunu söylemeliyim ki, “Mesajla bayramlaşma, bir kaçış ve günü kurtarma eylemidir, samimiyeti zayıftır.”
Gelelim sıla-i rahim meselesine. Uzak yakın demeden memleketlerine gidenleri kutlamak lazım. Ne paranın, ne çevrenin, ne de aile bireylerinin itirazlarına aldırış etmeden anne ve babalarını veya diğer yakınlarını ziyaret ediyorlar. Onlar bilmeliler ki, kendileri de ileriki yaşlarda aynı hürmeti ve izzeti göreceklerdir. İşte bayram onlar için sevinçtir.
Bayramı sevinçten hüzünlü hale getirenler ise tamamen nefis ve kaprislerine teslim olmuş, “Sen, Ben, O, Bu” kavgasıyla ömrünü tüketen fanilerdir. Allah, sevinmek için bayram hediye ederken, kullar bu sevinci sadece kendi nefislerini tatmin etme adına hüzne çevirmektedirler. Böylelerinin sayısız mazeretleri vardır ve tüm mazeretlerinde haklıdırlar (!)
Bir de zorunlu ayrılıklar vardır. Onlar bu sınıfa girmezler. Mecburi ayrılıkları hüzün olarak değerlendirmek ne derece doğrudur onu bilmiyorum ama benim üzerinde durmak istediğim mesele; “Kavuşmak” olarak nitelendirdiğimiz bayramların, her türlü imkâna rağmen, sırf nefislere uyularak hüzne çevrilmesidir.
“Bu dünya etme bulma dünyası” derler. Eden bulacaktır, bundan hiç birimiz şüphe etmemelidir. Sıla-i rahimden söz edince belki yanlış anlaşılır, sadece uzaktaki aile bireyleri veya akrabaların ziyaretinden söz etmiyorum. Tembelliklerimiz öyle boyutlara ulaşmış ki aynı şehirde oturan aileler bile birbirlerini kırk naz ve niyazla ziyaret ediyor.
Oysa böyle bir bayramlaşmaya ne Ramazan-ı Şerifin ne de bayramın ihtiyacı yoktur. Duygularını akıllarının önüne koyarak, kendisine yön verenlerin, kasvetten başka uğrayacakları durakları olmadığı gibi hangi şartlarda olursa olsun, böylelerinin yeri; gam istasyonları ve isyan bayraklarının direk dipleridir.
Aklımızın önüne nefsi duygularımızı koymadan, iman ettiğimiz değer yargılarımızı koyabilsek, bayramlar bayram olur, insanlar insanca buluşur, nefisler değil, samimi duygular birleşir. Böyle bir bayram dileğiyle.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.