Başbuğ'un Mardin seyahati
Askerin siyaset yapmasına karşı olduğumu defaatle yazdım. Demokrasinin kuralları arasında askere siyaset yapma imkanı veren bir kural yoktur.
Ancak askerin toplumdan izole edilmesine, duvarlarla çevrili halktan yalıtılmış bir dünyada yaşamasına da karşıyım.
Çünkü bizim bir çok sorunumuzun arkasında birbirimizi tanımamak yatıyor. Birbirimizle ilgili kanaatlerimiz ön yargılardan ibaret.
Asker toplumu, toplum askeri tanımıyor.
Son yıllarda, özellikle 28 Şubat’tan sonra asker ile ilgili ciddi tereddütler doğdu.Geleneksel kabuller sorgulanmaya başladı. Tarihten tevarüs eden asker imajı ile, sokakta karşılaşılan asker imajı arasındaki fark, bir çok düşüncenin gözden geçirilmesine, revize edilmesine vesile oldu. Hala da bu yeni duruma göre askeri yeniden tanımlama ameliyesi sürüyor.Resme hangi ismin konulacağını askerin duruşu, toplumsal olaylar karşısındaki tutumu belirleyecek.
Bu gidişin, askerin itibarı için iyi bir gidiş olmadığı muhakkak.
Askerin olaylar karşısında verdiği görüntünün arkasında aldığı eğitim kadar, yaşadığı kapalı hayatın da büyük etkisi var. Kışla, Lojman ve Ordu evi arasında geçen hayat, askerin düşünce dünyasını da etkiliyor. Hep aynı çevrede kalmak farklı çevrelere karşı yabancılaşmayı beraberinde getiriyor.Dışarıda ki dünya zamanla sadece vehimlerle tanınan bir dünya haline dönüyor. Kapalı toplumların tamamının kaderi budur.Toplumdan uzaklaşma önce topluma yabancılaşmayı, sonra da şüphelenmeyi getiriyor. Dolayısıyla askerin tehdit algılaması da buna göre şekilleniyor.
İnsan bilmediği, tanımadığı şeyin düşmanıdır. İrtica yalanı biraz da bu kapalı dünyanın eseridir.Darbeleri besleyen psiklojik zemin de bu toplumdan kopuş sürecinden beslenmektedir.
Onun için askerin halk arasına karışması, toplumla münasebetini artırması düşüncelerini test etmesi açısından çok önemlidir. İnsan çok şeyler hayal eder ama çok az şey gerçekleştirir. Düşünceyi rasyonelleştiren hayatın bizzat kendisidir. Kapalı mekanlarda hayal edilen bir çok şey, gerçekle yüz yüze gelince anlamını yitirir. Hayat, neyin olup, neyin olamayacağını bize gösterir.
Bu bakımdan İlker Başbuğ’un zaman, zaman halk arasına karışmasını, toplumla münasebetlerini artırmasını desteklemek gerektiğini düşünüyorum. Askeri bürokrasinin hem steril bir ortamda yaşamasını eleştirip, hem de halkın arasına karışmasına karşı çıkmak tam bir tutarsızlıktır. Başbuğ’un Van ziyaretinde halktan gördüğü ilgi karşısındaki şaşkınlığı ile bugün geldiği nokta arasında dağlar kadar fark var. Toplumun ilgisi Başbuğ’u eskisi kadar şaşırtmıyor.
İdeolojik saplantılarının esiri olanları değiştirmek elbette zordur. Ama gerçeğe açık olanların her zaman değişmesi, düşüncelerini gözden geçirmesi mümkündür. Asker(Bürokrasi) halkını tanıdıkça korkularının ne kadar yersiz, ne kadar anlamsız olduğunu görecektir. Demokrasi içinde bir ordu oluşturmanın en etkin yollarından biri budur. Askeri içinden çıktığı milletle tanıştırmak. Başbuğ’u eleştirmek yerine daha çok halk ile iç içe olmaya teşvik etmeliyiz. Çünkü, Milletin ordusu, ancak milletini tanıyan komutanlar tarafından kurulur.