Tokat Gibi Cevap
YÖK bütün meslek liselerine yıllardır yapılan bir zulmü kaldırmış. Bütün eğitimciler seviniyor, öğrenciler bayram ediyor, millet alkış tutuyor.
Ama birileri de üzülmüyor değil tabi. Milletten kopmuş, halka yabancılaşmış, diktaya köle düşünceliler, postal yalayıcılar üzgün.
Peki ama “Türkiyenin şişman kedileri” olarak da bilinen TÜSİAD’a ne oluyor? Habere bakınız: “YÖK'ün meslek liselerine uygulanan zulmü kaldırması, TÜSİAD'ı da rahatsız etti. TÜSİAD'dan yapılan açıklamada, "Karar mesleki eğitimin sorunlarını ortadan kaldırmaz. İhtiyaç fazlası imam hatip liseleri kapatılsın" denildi.”(Habervaktim.com)
Bu ağzı tanırız biz. Zaten bu zulüm de böyle diyerek başlamıştı. Yazıklar olsun.
Vatandaş çocuğuna istediği bilgileri aldırmakta özgür değildir sizce değil mi? Vatandaş da kim oluyor değil mi?
İhtiyaç fazlasıymış… Öyle olsa ne yazar ama, acaba öyle mi?
Daha bugün gazetelerde “Ordu ilahiyatçı kadro alacak” diyordu. Bu yılların ihmali bir gerekliliktir. Batılı devletlerde papaz subaylar yok mu?
Daha hastanelerde, iş yerlerinde, sanayide, ticarette ve sair ekonomik alanlarda ve daha bilmem nerelerde bir sürü imam hatipli elemana ihtiyaç var. İşte size içinde ders ve hikmetleri de olan bir hatıra. O gün muhataplarına tokat gibi verilen bu cevaplar, TÜSİAD’a da bir şamar olsun utanırlarsa.
M. Serhan Tayşi, Ali Emirî Efendinin kurduğu “Millet Kütüphanesi”nden emeklidir. Hatıralarında anlatır:
“12 Eylül İhtilâlinden hemen sonra, Başbakan Bülent Ulusu zamanında, Suudi Arabistan'da bir inşaat ihalesi düzenlenmiş. Türkler, yanlarında Arapça bilen elemanları olmadığı için, ihaleyi, Arapça tercümanlarıyla toplantıya katılan İtalyanlara kaptırmışlar. Ulusu küplere binmiş. “Beceriksizler. Bu kadar Arapça hocası, İlahiyat Fakültesi var, neden Arapça tercümanlarımız yok?"
Problemi konuşmak için, Arapça eğitimi yapan okulların hocalarıyla bir toplantı düzenlenmesine karar verilmiş. Toplantının ana teması: "Arapça'yı nasıl öğretiriz?”
Hocalar, eğitmenler, profesörler toplanmış, herkes kürsüye çıkıp konuşuyormuş. Ve konuşan herkes de "Arapça'yı çok kısa zamanda öğretiriz” diyormuş.
Prof. Dr. Nihat Çetin Bey bu toplantıyı anlatırken, “Maalesef bizim Salih (Tuğ) bile “çok kolay öğretiriz' dedi" diye sitem etmişti. En sonunda dekolte giyinmiş, makyajlı bir bayan da "Arapça'yı bir ayda öğretiriz," deyince, Nihat Hoca açmış ağzını, yummuş gözünü:
“Baştan beri Arapça'nın yabancı bir dil olduğu konuşuluyor. Arapça yabancı bir dil değildir, dinimizin dilidir, biiir!
Öyle onbeş günde bir ayda, üç ayda Arapça öğretilmez, bu da iki!
Helmut von Ritter'in talebesiyim. O, bu işlerin üstadıydı, Arapça’yı gerçekten öğretmek istiyorsanız, Arapça'yı gramer olarak sağlam bir şekilde bilen insanları Tunus'a, Cezayir'e, Suriye'ye, Irak'a, Suudi Arabistan'a, Mısır'a gönderin. Orada pratik yapsınlar, lehçeleri öğrensinler. Bu pratik eğitim iki sene sürsün. Bu şart. Çünkü biz burada onlara ancak Arapça’nın gramerini öğretebiliriz. Konuşma için, yurtdışında bulunmak gerekir. Siz, Arapça okuyan, yazan, tercüme eden insanlar istiyorsunuz bizden. Bu mümkün değil."
Tabii, Hoca'nın söyledikleri salonda soğuk duş etkisi yapmış. Ama Hoca, Bülent Ulusu adına toplantıyı idare eden ve Arapça hocalarına hitaben "Arapça'yı öğretemediniz," suçlamasında bulunan askere de cevap vermeyi ihmal etmemiş:
“Ne talihsizlik ki, biraz önce asker kökenli bir beyefendi çıktı, şunu söyledi: 'O kadar para verdi devlet, sizleri profesör yaptı, üniversitelere yerleştirdi. Arapça'yı doğru dürüst bilen bir tane adam yetiştiremediniz.'
Keşke Başbakan Ulusu burada olsaydı da bu nutku ona söyleseydim. Ben Arap Dili- Edebiyatında gençler yetiştirdim. İyi Arapça bilenler de var. Hangisini kültür müsteşarı yaptınız; kültür ataşesi yaptınız? Yurt dışına gönderdiniz? Benim mezunlarımın hepsi bankalarda faiz hesabıyla meşgul! Karnını doyurmak için çalışmak zorunda. Hangisini uzman olarak değerlendirdiniz ki, şimdi bizden hesap soruyorsunuz?"(M. Serhan Tayşi, Ali Emiri İzinde, Timaş y. s. 230.)
Siz hangi “ihtiyaç fazlasından” bahsediyorsunuz ey tuzu kuru TÜSİAD’lılar?..
www.cemalnar.com