Lüks ve İsraf Haramdır
İslâm dini ve şeriatı ferdî (bireysel) ve toplumsal bir hayat nizamıdır. İslâm, Müslümanların tuvalette nasıl taharet yapacaklarını (temizleneceklerini) bile bildirir. Yemek içmek, cinsel hayat, giyim kuşam, selamlaşma kelamlaşma, komşuluk ilişkileri... Böyle yüzlerce ana, ayrıntıları hesaba katarsam binlerce konuda fıkıh hükmü, ahlâk kuralı vardır Yüce Dinimizde.
İslâm'ın ferdî ve toplumsal hayatla yakından ilgili emirlerinden biri de israfın kötü olduğudur. İsrafın haram oluşu ayetle, hadîsle, icmâ-i ümmetle sâbittir.
Tarihe bakarsak, birçok toplumun, devletin lüks, israf, saçıp savurma, aşırı tüketim, gösteriş ve kibir yüzünden batmış olduğunu görürüz.
İsraf ve lüksün yaygın olduğu bir toplum asla sağlıklı ve dengeli bir toplum değildir.
Türkiye dediğimiz bu ülke çok büyük bir aile ve sofra gibidir. Bu sofraya oturan halkın azınlık bir kısmı haddinden fazla yerse, israf ederse, halkın bir kısmı aç kalır.
İslâm ile, her şeyi mübah gören vahşi kapitalizm bağdaşmaz, uyuşmaz.
Yüce Kur'ân, israf edenler şeytanın kardeşleridir buyuruyor.
İslâm'da paylaşma, yadımlaşma ahlâkı vardır. Allah'ın kendilerine zenginlik vermiş olduğu Müslümanlar, bu zenginliğin bir kısmını fakir ve yoksullara dağıtmakla yükümlüdür.
Zekât, farz olan sadakadır.
Bir de, farz olmayan, fakat imkânı olan her Müslümanın vermesi gereken sadakalar (mâlî ibadetler, hayırlar)vardır.
Müslüman bir toplumdaki zenginler, varlıklılar zekât ve sadaka verirse o toplumda sosyal adalet olur.
"Zengin oldum, canımın her istediğini yaparım, nefsimin ve keyfimin istediği gibi lüks, şatafatlı, sefih (beyinsizce) bir hayat sürerim. Miskinler, fakirler, işsizler, muhtaçlar sefalet içinde kıvranırken ben sorumsuzca, umursamazca har vurup harman savururum..." zihniyeti islâmî bir zihniyet değil, câhilî bir zihniyettir.
Zenginler kulübede otursunlar, tarhana çorbası ve bulgur pilavı yesinler, ikinci el oto pazarından üç bin liraya alınmış 40 yaşında bir Anadol'a binsinler, tatile gittiklerinde külüstür bir otelde kalsınlar, işportadan gömlek alsınlar diyen yok... Lakin:
1. Sırf gösteriş için yedi yıldızlı otellerde kalanlar.
2. Adam başı bir yemeğe yüzelli lira verenler.
3. Sadece yıllık vergisi 15 bin liradan yüksek olan birkaç yüz bin dolarlık binitlerde caka satanlar.
4. 500 metrekarelik malikanelerini, hiçbir sanat ve estetik kıymeti olmayan en lüks, en rüküş, en şatafatlı eşya ile doldurup bedevice dekore ettirenler.
5. Ülkemizde çok güzel ve kaliteli elbiseler ve paltolar varken birkaç misli para vererek İtalya'dan giyinenler. (Ceket ve paltolarındaki İtalyanca markalarını göstermekten büyük zevk ve haz alırlar...)
6. İslâm dini doyduktan sonra yemeyi haram kılmışken, bir oturuşta aç bir sırtlan gibi yedi kişilik yemek yiyenler. (Hadîs meali: "Mü'min bir mideyle, kâfir yedi mideyle yer...)"
7. Komşuları aç gecelerken, kendileri tok sabahlayanlar.
8. Allah'ın kendilerine mâlî ibadetler yüklemiş olduğunun farkında olmayanlar.
9. Ben de Müslümanım dedikleri halde materyalist, câhilî, umursamaz, vurdum duymaz, infaksız bir felsefeye sahip olanlar.
10. Sosyal yardım, sosyal adalet konusunda İslâm'ın, Kur'ân'ın, Sünnet'in, şeriatın öğretilerine kulak tıkayanlar... İşte bunlar kötü ve sorumsuz Müslümanlardır.
İyi Müslüman sadece yemez, aynı zamanda yedirir.
İyi Müslüman, Allah'ın kendisine nasip ettiği servetten fakirleri de nafakalandırır.
İslâm hayat sistemi orta yoldur. Müslüman orta yolda olur. Müslüman mütevâzı olur.
Sadaka vermeyen zenginler dünyanın en cimri insanlarıdır.
Oğlu üniversiteye lüks Porsche ile gidiyor, doğudaki akrabaları sefalet içinde... Böyle zengin olmaz olsun.
Kendisi milyonlar içinde yüzüyor, yaşlı kız kardeşi sürünüyor...Böyle bir zenginlik Rahmanî değil, şeytanî bir zenginliktir.
İmam Ebu Hanife hazretleri pahalı kumaştan elbise diktirirmiş... Hangi niyetle? Rabbinin ona verdiği nimetlere şükr etmek için... O güzel elbiseleri namazda giyermiş.
Bizim kaç zenginimiz lüks, pahalı, gösterişli otomobilleriyle sabah ve yatsı namazlarına gitmektedir?
Kaç Müslüman zengin lüks ziyafetlerine bir fakir çağırmaktadır?
Müslüman zengin para harcamaz mı? Elbette harcar.
Bir hattata gider, büyük bir hilye yazdırır, sonra bunu alır bir müzehhibe verir, tezhib işi bitince sanatlı bir çerçeve yaptırır ve evinin salonuna asar... (Bir de iş yerine...)
Allah servet vermiş, evine çok sanatlı el dokuması, kök boyalı kıymetli gerçek halılar serer.
Salonuna akaju ağacından bir kütüphane yaptırır, bunun içini hepsi de faydalı olmak üzere maroken ciltli kitaplarla doldurur. (Mostralık değil, günde bir saat okuyacak...)
Bir pazar günü otomobiline biner İznik'e gider.Oradan (sanat boyutu olmak şartıyla)çiniler, Çanakkale testileri alır. (Öğle yemeğini meşhur köftecide yemesini tavsiye ederim. Ucuzdur ama son derece sağlıklı ve lezzetlidir.)
Müslüman zengin gezmek, tatil yapmak için Şam-ı şerife mi gitti.Mutlaka müzeleri gezecektir. Sultan Abdülhamid'in yaptırttığı kapalı çarşıdan el dokuması Şam kumaşları alacaktır. Çini, bakır, sedef, tahta oyma... el yapımı ürünler alacaktır. İyi bir rehber bularak Şam'ın ulemâsından, meşayihinden, ücebasından birkaç kişiyi ziyaret edip sohbetlerinden yararlanacaktır.
Kültürsüz, sanatsız, hayır hasenatsız, estetiksiz, faziletsiz zenginlik bir felâkettir.
Lüks ve israf haramdır, haramdır, haramdır...
Sünnîlik ve Şiîlik
Bu yazı Şiî kardeşlerimizi yermek veya üzmek niyet ve amacıyla kaleme alınmamıştır. Sadece taqiyye ve kitman konusunda bazı gerçekleri dile getirmek istiyorum:
1. Şiîlerin kendi muteber kaynaklarına göre taqiyye ve kitman din ile özdeştir.
2. Taqiyye ve kitman farz-ı 'ayndır, terki caiz değildir.
3. Taqiyye ve kitman beş vakit namaz gibi farzdır.
4. Taqiyye ve kitman yapmayanın dini yoktur.
Şayet, sen yalan söylüyorsun, bizde böyle bir şey yoktur derlerse, bu da taqiyye ve kitmandır.
Binaenaleyh Şiî kardeşlerimizle bazı ihtilâflı din meselelerini müzakere etmek ve tartışmak mümkün değildir.
Yukarıda taqiyye ve kitman ile ilgili dört madde yazdım. Bu bilgileri, onlar nezdinde çok muteber ve güvenilir bir kaynak olan şu kitaptan çıkartmış bulunuyorum:
"Risaletü'l-İtikadati'l-İmamiyye." Müellifi: Ebu Cafer Muhammed b.Ali ibn Babeveyh el-Kummî. Çeviren E.RuhiFığlalı, Ankara İlâhiyat Fakültesi Yayınları, 1978.
Arzu edenler adı geçen kitabı ya satın alarak, yahut bir kütüphaneye gidip tedkik ederek, yazdıklarımın doğru olduğunu anlar. Bendeniz bir Sünnî Müslüman olarak taqiyye ve kitman yapmam.
Sünnîlikle, Şiîliğin teolojik açıdan uzlaşması ve bağdaşması mümkün değildir. Usûle ait temel konularda büyük anlaşmazlıklar bulunmaktadır. Bu konuların başlıcaları şunlardır:
1. Kur'ân konusu,
2. Sünnet konusu,
3. İmamet konusu,
4.Sahabe konusu.
Bu ihtilâflı konuları sadece ulemâ müzakere etmelidir. Şiî ulemâ kendi tezlerini açıklasın, savunsun;Sünnî ulemâ Sünnîliği müdafaa etsin, gereken cevapları versin.
Halk tartışmaya başlarsa ilim ve teenni aradan çıkar, hakaret, düşmanlık, sövüp sayma başlar. Bu da fitne ve fesada yol açar.
Sünnîlik ile Şiîlik arasındaki ihtilâflı meseleleri öğrenmek isteyenler İbn Hacer el-Heytemî'nin Yakıcı Yıldırımlar (Es-Savaiku'l-Muhrika) adlı kitabını okuyabilirler. (BEDİR YAYINEVİ, Cağaloğlu Yokuşu No: 6, Vilayet civarı İst. Tel: 0212/519 36 18)
Sünnîlik ve Şiîlik arasındaki derin ihtilâfların çözümü sanırım Mahkeme-i Kübra'ya kalmıştır.
Bizim vazifemiz çok dikkatli, çok ihtiyatlı, çok sabırlı, çok itidalli hareket etmek, fitne ve fesat çıkartmaktan kaçınmaktır.
Türkiyemizde tam bir din ve vicdan hürriyeti yoktur. Ne kadarsa, işte bu hürriyet sınırları içinde Şiî kardeşlerimizin camileri, ahondları vardır. Gönül arzu eder ki, İran'daki Sünnîlerin de Türkiye Şiîleri kadar hürriyeti olsun. Meselâ Tahran'da bir Sünnî cami inşaatına izin verilsin ve Ehl-i Sünnet Cuma namazlarını orada kılabilsin.