Türkiye, ABD-İsrail ekseninde kaldığı sürece büyük olamaz!
Aylık Fransız gazetesi Le Monde Diplomatique'in Türkçe versiyonunun son sayısı çarpıcı tespitlerle dolu. Gazetenin manşetten verdiği makalede, bölgede aktör devlet olma yolunda adımlar atan Türkiye'nin dış politikası geniş bir biçimde ele alınıyor.
Makalede, Türkiye'nin; ABD yönetimindeki bir grup devletten ibaret küresel sistem için kalarak "büyük" olamayacağı "belirtiliyor ve Ankara'ya deniliyor ki, ""Batı, sizi İsrail'in yararına yapabilecekleriniz adına seviyor. Şu anki yerinizde durursanız yani; küresel sistem içinde kalmayı seçerseniz, önünüzde Suriye ve Hamas'ı, ABD ve İsrail'in önerilerini kabul etmeleri için ikna etmeye çalışmaktan başka bir yol bulamazsınız."
Son dönemde baş döndürücü bir hızda sürdürülen diplomasi trafiğinin Türkiye'deki yansımaları ve Türk yetkililerinin yaklaşımı eleştirilerek şu tespitlerde bulunuyor:
Türkiye'nin üstlenebileceği ekonomik, sosyal ve kültürel rol, medyada büyük ölçüde yer bulamıyor. Ankara'nın sadece Arap-İsrail kavgasındaki diplomatik rolü ön plana çıkarılarak, Türkiye'nin adeta sadece İsrail üzerinden veya Arapları, Batı'nın ve İsrail'in önerilerine ikna edebilme kabiliyeti yüzünden önemli olduğu yönünde bir atmosfer oluşturuluyor.
Bölgedeki rolleri dolayısıyla Türkiye ve İran'ın karşılaştırılmasının yanlış. Türkiye'nin rolünün, İran'ın rolünden beslendiğini, Türkiye'nin bölgeye yakınlaşmasıyla İran'ın Körfez bölgesindeki rolünün küçüleceği yorumu sağlıksız. Çünkü; İran sistem dışında çalışıyor; Türkiye ise sistem içinde. İran, var olan küresel sisteme karşı ki; bu sistem, ABD yönetimindeki bir grup devletten ibaret. İran, halkların sömürüldüğüne inandığı bu sistemin içinde çalışmak istemiyor ve onunla mücadele ediyor. Türkiye ise, yöneticilerinde kimi zaman görülen direnişe rağmen bu sistemin uydularından ve onunla mücadele etmiyor. Türkiye bu sistemin iradesinin dışına çıkmak istiyor olabilir fakat tereddütte ve var olan askeri ve ekonomik koşullarda işlerini ayarlayamıyor.
Türkiye Irak savaşına katılmayı reddetti, direndi. Erdoğan da Peres'e direndi; ancak İsrail'le iyi ilişkilerini sürdürdü; ABD ve İsrail kriterlerinin çerçevesinin dışına çıkmadı. Türkiye'nin rolü kontrol dışı değil ve zaten dışarı çıkmaya dair bir eğilimi yok. Türkiye'nin rolü, özünde ve yöntemlerinde İran'ın rolünden çok farklı ve ABD ile İsrail'in rızası çerçevesinde kaldığı sürece İran'a rakip olmaz.
Aynı makaleden bir iki çarpıcı tespit daha verecek olursak
Ne zaman bir Türk yetkili, Müslüman Arap bölgesinde diplomatik bir girişimde bulunsa, medyada hemen bir analiz faaliyeti başlıyor ve Arap-İsrail kavgasının çözümünde Türkiye'nin beklenen rolü ele alınıyor.
Türk hükümetine veya AK Partiye yakın medya, Türk rolünü tasvir ederken ve o rolü takdir ederken oldukça uzağa gidiyor.
Müslüman liderler, sanki yerel düzeyde bir eksikleri varmış da, aradıklarını dışarıda buluyorlarmış gibi bölgesel ve uluslararası rolleri konusunda övülmeyi ve takdir görmeyi seviyorlar. İçerideki konumlarını sağlamlaştırmak için bir vesile arıyorlar ve dışarıdaki faaliyetlere el atıyorlar.
Oysa bölge ülkelerinin uluslararası ve bölgesel arenada gerçek bir etki oluşturabilmesi için çok fazla çalışmaları gerekiyor.
Sizce de doğru değil mi?
Bu çelişkiyi anlamakta güçlük çekiyoruz
Başbakan Erdoğan, Türkiye dönüşü ABD gezisini değerlendiren bir basın toplantısı yaptı.
Toplantıda Erdoğan, İran'ın nükleer programına tepki gösteren, yaptırımdan, baskıdan söz eden ülkelerin tümünün nükleer silaha sahip ülkeler olduğunu söyledi.
Bu sözler, kesinlikle doğrudur ve tek kelime ile " sağduyunun sesi"dir.
Erdoğan sözlerinin devamında "Biz Ortadoğu'da nükleer silaha tamamen karşıyız. Ortadoğu'da da nükleer silahı olan ülke var, örneğin İsrail. Bir fark var, İsrail UAEK'ya üye değil, İran üye... Kaldı ki Gazze'de fosfor bombaları kullanıldı. Bu ne? Kitle imha silahı. Neticesinde 1400 kadın, çocuk öldü. 5 bin yaralı. Niçin bunlar masada yok? Yatıyoruz kalkıyoruz İran... Yani daha adil olmamız lazım" dedi.
Bu sözler de "kesinlikle doğrudur ve sağduyunun sesi"dir.
Başbakanımızın bu sözlerini de tıpkı Davos'ta Peres'in suratına tokat gibi çarptığı tarihi sözlerinde olduğu gibi can-ı gönülden takdir ediyoruz.
Ancak,
Anlamakta güçlük çektiğimiz bir konu var!
Türkiye Cumhuriyeti hükümeti bu şekilde düşünüyor ise, BM'ye bağlı Uluslararası Atom Enerji Ajansı (UAEK)'nın Genel Kurulu'nda İsrail'in nükleer silahlarının gündeme alınması tartışılırken Türkiye'nin temsilcisi salonu niçin terk etti?
Kısa bir süre sonra salona geri dönen hükümetin temsilcisi UAEK'nın Genel Kurulu'ndaki oylamada niçin çekimser oy kullanarak İsrail'e destek vermiş oldu?
Bu çelişkiyi anlamakta güçlük çekiyoruz. Biz neye göre değerlendirmede bulunmalıyız?
Eyleme mi yoksa söyleme mi?
Bilmediğimiz başka şeyler mi var?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.