Geç kalan çare
ürkiye’nin terörle olan imtihanı devam ederken, bir yandan da çare arayışları sürüyor. Ortada bir problem olduğu kesin, ama çare noktasında farklı teklifler sunuluyor. Bir kısım ‘çare’ sunucular yıllardan beri yapıldığı gibi problemleri inkâr etmeyi tercih ederken, bir kısmı da çare diye sunulan projelerin yeni dertler getireceğinden habersiz durumdalar.
Bugün için ‘fıkra’ niyetine gülünen açıklamalar, meselâ 12 Eylül İhtilâli sonrası “Netekim Paşa” tarafından meydan meydan dolaşıp anlatılıyordu. “Netekim Paşa” hemen her konuşmasında teröre karşı ‘çare’ olarak inkâr yolunu tercih etmişti. Halkın önüne çıkıp, “Kürt yoktur” diyordu. Bunu delillendirmek için de “Onlar dağlarda kar üzerinde gezen Türklerdir. Karın çıkarttığı ‘kart-kurt’ sesleri sebebiyle onlara Kürt denmiştir” diye hem fetva hem de talimat verirdi. Bu talimatları TV’lerden yayınlanan konuşmalarından bizzat duymuştuk.
Cumhurbaşkanının bugün böyle söylediğini hayalen farzediniz. Ne kadar gerçek dışı, ne kadar hayal ürünü ve ne kadar Türkiye ve dünya gerçeklerine aykırı olurdu! Bugün böyle olduğu gibi, o gün de öyleydi; ama Türkiye’yi idare edenler bu yanlışlarla milleti uyutmayı ve oyalamayı tercih etti.
Peki, milleti uyutmayı ve oyalamayı tercih ettiler de ne oldu? Yanlışlar çoğaldı, yaralar derinleşti ve dün tedavi olması mümkün olan ‘yara’lar bugün tedavi olamaz hale geldi, kangren oldu. Elbette ki karşı karşıya olduğumuz terör konusu çaresiz değildir. İyi niyetle bakılırsa çarelerin var olduğu görülür ve vardır. PKK üzerine yaptığı çalışmalar sebebiyle yurt dışında bu alanda ‘uzman’ kabul edilen Amerikalı gazeteci Aliza Marcus, ‘çözüm’ tartışmalarıyla ilgili olarak, “Türkiye bir 10 yıl daha beklemek istiyor mu?” diye sormuş. “PKK ve Kürt Hareketi” adlı kitabın yazarı Marcus, çare noktasında atılan adımların geç kalınmasıyla ilgili olarak da şöyle demiş:
“(Yanlış olan) Devletin düzenlemeyi her seferinde hayatın gerçekliğinden sonra yapması. Yani ben 15 yıl önce buradayken de bu kadar yaygın olmasa da Kürtçe kasetler, Kürtçe kitaplar vardı, en önemlisi Kürtçe konuşuluyordu. (...) Ankara’dakiler ‘Şu hakkı versek mi, vermesek mi?’ diye tartışırlarken Güneydoğu’da bu zaten hayata geçiyor. Kürtler bence TRT-Şeş’i çoktan aşmış. Belki 15 sene önce önemliydi ama artık eski önemi yok ki. Roj TV’leri var, Irak televizyonu var, yerel televizyonlar var.” (Sabah, Pazar eki, 7 Haziran 2009)
1990’larda Türkiye’de gazetecilik yapan ve hazırladığı bazı haberler dolayısıyla hakkında zamanın DGM’sinde dâvâ açılan, bu sebeple Türkiye’den ayrılmak durumunda kalan Marcus, başka bir ‘tehlike’ye de dikkat çekiyor: “Genç nesil bence daha radikal. Kuşak değişimi olunca kontrol çok daha zor olacak. Bir örgütle görüşme yerine, 10 yıl sonra beş örgütle görüşme gerekebilir. (...) Önümüzdeki birkaç yıl, bu açıdan çok önemli.”
Amerikalı gazeteci Aliza Marcus’un tesbitlerine katılan olur, katılmayan olur. Fakat bir gerçek var ki onu inkâr etmek imkânsız: Türkiye, ‘geç kalma’ hastalığıyla müzdarip. Bu sadece terörle mücadelede değil, başka pek çok konuda da maalesef böyle.
Sağlıkta bile geç kalan kaybederken, sosyal hadiselerde geç kalanın kazanması mümkün mü? Çareleri tesbit etmekte ve uygulamakta lütfen geç kalmayalım.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.