Küçük ve entipüften bir mesele hakkında
Hayli zamandan beri televizyon üreticileri 16'ya 9 ebadında likit kristal veya plazma altyapılı televizyon ekranı üretiyorlar. Şimdiye kadar ekran standardında egemenliğini sürdüren 4'e 3 boyutlu ekranın pabucu dama atıldı.
Kısacası ekranların eni genişledi fakat televizyon yayınlarının çoğunluğu hâlâ eski ekran ölçülerini koruyor; ancak pek az kanal, yeni ekran standartlarına uygun yayın yapıyor. Hâl böyle olunca yeni televizyon cihazı alanlar şöyle bir meseleyle karşılaşıyorlar: Ekran büyük fakat görüntü ekranı doldurmuyor, küçük kalıyor. Neyse ki cihaz kumandalarıyla farklı boyutta ekran tercihleri yapılabiliyor. Meselâ kullanıcıların kısm-ı âzâmı şöyle davranıyor: 4:3 ebadında gelen yayını, 16:9'a sığacak derecede sündüren tercihi seçerek görüntüyü deforme ediyorlar.
Nerede rastladımsa durum böyleydi. Fiyakalı otel lobilerinden mahalle kahvelerine, pastanelerden mütevazı evlere kadar hemen herkes TV görüntülerini "sündürerek" seyretmeyi uygun buluyorlar; bu açıdan halkımızın eğilimi âşikâr, boş ekran sevmiyoruz.
Burada boşluk korkusu dediğimiz şey devreye giriyor olmalı; Frenkçesi "Horror vacue". Açıkta duran mutfak tüpüne tığ işiyle triko kazak giydiren, koltukları, iskemleleri, resim çerçevelerini, aynaları dantelle süsleyen millî zevkimizin bir izahı da boşluk korkusudur; yayla gibi ekranın ortasında küçücük kalan, sağında solunda boşluklar bırakan bir ekran görüntüsü içimize sinmiyor.
Sündürülmüş görüntü, TV seyredicilerinin nasıl içine siner anlamıyorum. Bütün ölçüler değişiyor; insanlar daha enli, suratlar daha ablak, eşya daha geniş görünüyor. "İlk başlarda garip geldi ama sonra alıştık" diyorlar. Doğrudur, alışılır; insanın intibak kabiliyeti yüksek fakat niçin gerçek ölçüler, gerçek ebat konusunda direnç gösterilmediği garibime gidiyor. Pek mâsum, pek alelâde görünse de gerçekliğin saptırılması değil midir bu?
"Yoo, rahatsız olmuyorum" diyenlere küçük bir anket uygulayalım; evinizdeki kapının, pencerenin, koltukların gerçek boyutlarını değiştirmesine katlanabilir misiniz? Vücut ölçüleriniz değişse, geometrik algınız bozulsa tahammül edebilir misiniz? Gerçeklik algısı bozulunca, boyutlar mânâsız gelecektir; sadece görünen, maddî şeylerde değil, zihinle kavranması gereken gerçekliğin de içe doğru bastırıldığını, dışa doğru sündürüldüğünü fark etmek sizi rahatsız etmez mi?
Boyutlar mantıkla ve elbette temel estetik algılarla da yakından ilgili. Mantık dediğimiz şey, herkesçe paylaşıldığına inandığımız bir dizi varsayımdır nihâyetinde. Mal varlığını izahta güçlük çeken nevzuhur zengin, "Gökten para yağdı; ben de topladım" dediğinde en azından bıyık altından güleriz; çünkü mantığın temel prensipleri konusunda bizimle dalga geçmeye kalkışmaktadır. Şâkule uymayan açıyla duvara asılmış tabloların göz zevkimizi rahatsız etmesi ise estetik önkabullerle ilgilidir. Küçük gibi görünen mantık zorlamaları bizim tabii algı cihazımızı bozar; başkasının dereceli gözlüğünü inatla takarak üç-beş gün sonra "alıştığını, artık rahatsız olmadığını, iyi gördüğünü" ileri süren birine benzeriz zamanla.
Bir nevi, "Efendisinin ilâcını çalıp içerek şifâ bulacağına inanan ahmak uşak" vaziyeti.
"Yazacak şey mi bulamadın yahu" diyenleri duyar gibiyim; velev ki öyle sayınız... Temel eğitimi esnasında bir dizi ideolojik âmentü ve axiomla yetiştirilen kuşakların daha sonraları bir kısım insânî ve tabii şeyleri algılamasında vahim zaaflara düşmesini, artık daha geniş bir çerçevede değerlendirmek taraftarıyım. Bugünlerde geçirdiğimiz zihni çöküntüyü ve örselenmeyi bu nokta-i nazarla incelerseniz, belki de bana hak verirsiniz.
Evvel zaman içinde yağmur suyu içenlerin delireceğini önceden haber alan bir âkıl adam varmış. Önceden su depolayarak hayli zaman deliren bir cemiyetin içinde tek akıllı olarak yaşamanın azabını tattıktan sonra günün birinde yaptığı şeyin anlamsızlığını fark ederek, herkesin içtiği sudan bir maşrapa dikivermiş kafaya...
Sündürün görüntüleri sündürün, ekran boş kalmasın!