İnsan yaşamaktan sıkılır mı?
“Yaşamaktan sıkıldım” diyor adını vermek istemeyen okurum, “son derece önemsiz bir ayrıntı gibi hissetmekten yoruldum: Hem önemsiz, hem değersiz, hem de gereksiz. ‘Öyleyse niçin yaşıyorsun?’ diye soracak olursanız, beceriksizliğimden ve başarısızlığımdan başka bir nedeni yok; çünkü tam iki kez intihara yeltendim. Ne çare olmadı. Bir bakıma cebren yaşıyorum. İntiharı tekrar dener miyim bilmiyorum, çünkü artık ölüm de cazip gelmiyor. Yine de hayatın bir anlamı olması gerektiğini düşünüyorum, fakat bir türlü anlamını bulamıyorum. Benim bir anlamım olmadığına göre, hayatın neden anlamı olsun ki?.. Nasıl sıkılıyorum bir bilseniz...”
Buyurunuz dostlar: Karşınızda çok karışık bir kafa var!..
Aslında kendine ve başkalarına zarar vermemesi şartıyla “karışık kafa”lı olmak fena bir şey değil!
Neden derseniz, dayatılanı, öngörüleni, empoze edileni, öğretileni yaşamaya isyan edip kendi normlarını geliştirmeye, hayat yolunu kendisi çizmeye çalışan her kafa, bir miktar karışık olmak zorundadır.
Eğer size söyleneni (gelenekseli) yapar ve yaşarsanız kafanız hiçbir zaman karışmaz. (Devlet zaten hangi yaşta ne yapacağınızı, ne giyeceğinizi, nikahınızı nerede kıydıracağınızı, kısacası nasıl yaşayacağınızı söyler)
Ne zaman ki, kendi yolunuzu çizmeye, kendi orijinal düşüncelerinizi üretmeye, kendi tarzınızı geliştirmeye başlar, kısacası kendi özel dünyanızı oluşturmaya çalışırsanız, o zaman her şey bir birine girer...
Çünkü size dayatılanı değil, istediğinizi yaşamak istiyorsunuz. O zaman yeni şeyler deneyeceksiniz, yeni tarzlar geliştireceksiniz; yani önce düşünecek, düşüncelerinizi ölçüp tartacak, etüt edeceksiniz. Sonra deneyeceksiniz. Ve “yeni sentezler” üreteceksiniz.
Böyle kafalar daima karışık olur!
Olur da, kıyamete kadar karışık kalamaz: Herkes bir şekilde kendine bir yön çizmek ve bir hedef belirlemek mecburiyetindedir. Bunu yaparken, insana, ancak “Yaratan”ın insan sevgisi kılavuzluk edebilir.
Allah, insanı sevdiği için yaratmış (sevmeseydi yaratmazdı), yarattığı varlığa çok değer verdiği için de onu başka varlıklara lütfetmediği bir “hak”la donatmıştır. Bu hakkın adı “irade”dir. Allah bahşettiği “irade” ile kullarına “seçme özgürlüğü” tanımıştır.
Ama Allah’ın verdiği bu özgürlüğü bazen “patron”lar, bazen “sahip”ler, bazen “diktatör” taslakları, bazen “devlet”ler, bazen de “yerel”i, “bölgesel”i ve “genel”iyle “gelenek”ler kısıtlar.
Kendi kendisini kısıtlayanlar yok mu? Elbette var. Ama insan bunu eğer gönüllü yapıyorsa, bundan dolayı mutsuz olmaz, tam tersine daha da mutlu olabilir. Çünkü gönüllü kısıtlama ve sınırlamalar ya “ahlâki” gerekçeler, ya da “dini” gerekçelere dayanır...
Ahlaki kurallar, zaten dini kuralların dışında bir olgu değildir. Burada insanı mutlu eden şey “doğru iş yapma” duygusu ile “sevap” kazanma inancıdır. Demek oluyor ki, “sevap hissi” insanı motive ediyor. Şu halde yapmamız gereken, sevap işlemek, yani doğru ve güzel işler yapmaktır. O zaman insan işe yaradığını hissedip mutlu olur.
İnanan insan ne kadar sevap işlediğini düşünürse o kadar motive olur, hayata o kadar sarılır, hayatın o kadar tadını çıkarır, keyfini sürer..
Demek ki, iman bir yeniden diriliş hamlesidir.
Ramazan bu hamleyi başlatmanın önemli bir fırsatıdır.
Yaşamayı anlamlı kılan şeyler var: Sevmek gibi, yardım etmek gibi, üretmek ve paylaşmak gibi...
Onlara tutunup ayakta kalmak mümkün...
Ölüm nasılsa gerçekleşecek. Acele etmek yerine, hayatı, ölümü bile “hayırlı” hale getirecek manada yaşamak bana daha doğru geliyor.
Milyonlarca yaşlı “Ah şimdi genç olacaktım ki...” diyerek gençliğe ağıt yakarken, milyonlarca gencin hayat karşısında paniğe kapılmasını doğrusu anlayamıyorum.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.