“Demokratik açılım” ve Bediüzzaman
İktidarın yürüttüğü demokratik açılımın başarıya ulaşması, Bediüzzaman’ın tavsiyelerini dinlemesi ve öngörülerini dikkate alması derecesindedir. Neden?
Zira, hürriyet imanın özelliğidir. Hak ve hürriyetlerin kaynağı Kur’ân’dır, Sünnet-i Seniyye’dir. Bin yılı aşkındır Müslüman olan ve İslâmiyet genlerine işleyen ve onun bayraktarlığını yapan bu milletin psiko-sosyolojik altyapısı iman, Kur’ân ve İslâmiyetle binâ edilmiştir. Şu halde bu millet, ancak Kur’ân ve Sünnet’in tarif ettiği bir hürriyete, demokrasiye ve açılıma sahip çıkar.
Hürriyetin imanın özelliği, hakların kaynağının Kur’ân ve Sünnet olduğunu ispat edip izah eden, Bediüzzaman Said Nursî’dir. Şu halde, onu topluma anlatmalı, tanıtmalı ve eserlerini okutmalı. İktidar, demokratik açılımı Bediüzzaman’ın öngörülerine göre mi yürütüyor; yoksa “statükonun, derin bürokrasinin” veya “dış mihraklar üflemesi”ne göre mi?
Bediüzzaman Said Nursî, 100 sene önce, hak ve hürriyetler meselesini çözmüştü. Muhterem bir yazarımız, “İslâm toplumu ve demokrasi” başlıklı yazısında, “İSLAMIC Foundation Başkanı, Pakistanlı ilim adamı Prof. Hurşid Ahmed’in” görüşlerini değerlendirirken, onun “Batı demokrasisinin hasta ve İslâm demokrasisinin mümkün olduğunu” söylediğini nakleder. Ve ilâve eder: “İslâm demokrasisinin üzerine gelin düşünelim, gelin tartışalım...”1
Halbuki, Bediüzzaman, “demokrasi, hürriyet, insan hakları, âile, sosyal hayat, İslâm âleminin problemleri ve kurtuluş reçetesi, iman, İslâm, insan...” dahil, her konuda, orijinal teşhisler, tesbitler, çâreler, değerlendirmeler sunmuştur. Pakistan’a, Hindistan’a, Çin’e-Maçin’e, İngiltere’ye, Ahmed’e, El-Efendi’ye gitmeden önce Bediüzzaman Said Nursî’ye gitmeliyiz!
Hem bizim için, hem bu ülkenin insanları için büyük bir ayıp değil mi? Bediüzzaman, 100 sene önce, “İslâmî demokrasi, hürriyet ve insan haklarını” gayet beliğane ifâde etmiş, Kur’ânî delillerini göstermiş. Başta Münâzarât olmak üzere çeşitli eserlerde bu mevzuları ele almış ve “Siyaset tabiblerine bir reçetedir” diye sunmuş! Nur talebeleri, bu eserleri sohbetlerde, gazete, dergi, radyo ve benzeri zeminlerde şerh ediyor, izah ediyor, yazıyor, çiziyor…
Buna rağmen ne yazık ki, iktidar ile çevreleri, hâlâ resmî söylemlerin, statükonun ve derin mahfillerin peşine takılmış… Eğer samimi iseler, Münâzarât’ı, Emirdağ, Kastamonu Lâhikalarını, Şuâları nazara almalı, okumalı, okutmalı, gündeme getirmelidirler.
Esasında iktidar ve çevresinin böyle davranmasını bir derece anlamak mümkün. Zira, bir asırdır, “Demokrasi, AB karşıtlığı” ile hareket ede gelmişler, düşünceleri bu eksende yoğrulmuş. Meseleleri siyasetle çözeceğine inanmışlar. Halbuki Bediüzzaman, Risâle-i Nur mesleğinde, hak ve hürriyetler dahil, başarıya ulaşmanın, problemleri çözmenin; maddî güç, siyaset, iktidar yoluyla değil, Kur’ân nurları, iman yolu ve ihlâsla yapılacağını ısrarla vurgular. Yani, Kur’ân ve hadîsçe haber verilen, her tarafı kasıp kavuran “deccalizm, süfyanizm ve ifsat komitelerinin” fitnelerinin, siyasetle değil, ancak imân ve Kur’ân nurlarıyla durdurulabileceğinin şuuruyla hareket etmek2 gerektiğini söyler. Müstebit resmî ideolojiye, baskıcı sisteme ve ifsat komitelerine şiddetle muhalefet eder.
Dipnot: 1- Ahmet Taşgetiren, Yeni Şafak, 8 Aralık 1997.; 2- Tarihçe-i Hayatı, s. 233.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.