Serdar Arseven

Serdar Arseven

Gözyaşı tadında!..

Gözyaşı tadında!..

Hani derler ya; kavanoz dipli dünya!..
Ya beyler; siz bu servetlere, katlara, yatlara, parayı, mevkii bulunca “evdekinden ziyade tuttuğunuz” hatunlara… Söyletmeyin beni!.. Ne varsa… Başörtülüler sayesinde ulaşmadınız mı?.. Yepyeni limanlara, kaynağı gözyaşı olan nehirlerde sal yüzdürerek varmadınız mı?..
Evet, kızdım!.. çok kızdım!.. Fena halde sinirliyim!.. öfkeliyim!.. Hatta… Şöyle gerilip gerilip kafa atmak istiyorum!..
Meclis, olmayan yasağın kalktığını, hem de kahir ekseriyetle karara bağlamış… Cumhurbaşkanı onaylamış… YöK Başkanı, Rektörlere hem de yazılı olarak, “Başörtüsünün serbest olduğunu” bildirmiş…
Uygulamanın ilk günü… Dün... Pazartesi…
Başlangıç çok önemli… Kanun tanımaz rektörlerin, dekanların gözü korkacak… öyle bir abanacaksın ki üstlerine… Bir göstereceksin ki, Cumhuriyeti ve Millet iradesini temsil eden Köşk ile Meclis’e kafa tutmanın bedelini!.. Pısacak!..
Akşam da karıdan fırça yiyeyecek; “Kör olasıca herif” makamında… “Senden başka enayi bulamadılar mı?.. Profesör olmuş da, b.k olmuş”
Bu işler nasıl başlarsa öyle gider…
Dün.. İlk gün… Sabahın erken saatleri…
Ankara’da, bir başına çıldırmış haldeyim; “Hukuk tanımazlığa devam ederlerse ne olacak?.. Kızcağızlara kim sahip çıkacak?..”
Kim… Hani… Nerde?..
“Kalkın yataklarınızdan!..” Başka gün mü yok?.. Sekiz olmuş, dokuz olmuş… Lütfen!.. Onu bunu arıyorum… “Uyku modu”nda adamlar!...
Ben deliyim!.. Onlar, akıllı..lar!..
Ben kızıyorum; “Hadisenize!..”
Onlar; saat on, istişare halinde…
Yönetim Kurulu'nu toplayacaklar, karar alacaklar…
Evladım, pazartesi!..
Pazartesi!.. İlk gün…
Böyle başlar, böyle gider!..
Hadi, kalk!..
Muhabir: Birer makine yetmez!..
Teybe bak, yedek pil al!..
Sivil toplumcu… Başörtücü…
Kaaaaalk!... Kalk!..

Bir Vural Savaş’ın, bir Kamer Genç’in batıldaki mücadelesinin binde birine denk… Allah için!.. Yok!..
Gittik; kızlar şaşkın…
Demişler ki: “Hakkınızı arayın… Ey bacılarım; gaza sizin!..”
Tamam da nasıl yapacaklar?..

Bizi görünce; “Serdar Abi” diye diye yanımıza gelişleri var ki… İçler acısı…
Soruyoruz: “Kimse gelmedi mi?..”
“Hayır, biz de bekliyoruz…”
“Ne zamandan beri?..”
“Sabahın yedisinden bu yana… Ellerimiz dondu abi, baksana!...”
Bu ne iştir, Allah’ım! Her ihtimale karşı “tutanaklar” hazırlanmadı mı?.. Hangi durumda ne yapacağınız, sivil toplum örgütleriniz tarafından anlatılmadı mı?..
“Hayır abi, bekliyoruz!..”
Biz de öyle… Biz de bekliyoruz!.. öyle garip durumdayız ki… Onlar içeride… Aramızda demir parmaklıklar var… Bizi o tarafa almıyorlar...
Gazeteci takımı, dışarıda… En kötüsü de ben dışarıdayım!.. üniversitenin üç güvenlik görevlisi orada bana engel oluyorlar… İtiyorum, çekiyorum…
Mukabele etmeye çalışıyorlar derken; beş oluyorlar, sonra on… Bizim Aslan saymış: tam on iki!.. Yuh!..
Neyse… Bizden birileri geliyor, oraya… Bizim avukatlardan…
“Heyet, meyet” dümenine öbür kapıdan giriyoruz… Mağdureler etrafımızda… Birkaç da “sivil polis” takmışlar:
“Bu arkadaş tehlikeli. Hele bak şuna!..”
“Ya gidin, başkasıyla ilgilenin!.. Bakın, biz şuyuz buyuz… Polis dostuyuz.”
Yok…
“İyi öyleyse gitmeyin, burnumun içine girin!..”
Hale bak; zorbalarla uğraşacaklarına, alayı benim başımda… İçişleri’nin polisi barikat kurmuş…
“Suç teşkil eden bir emri yerine getirmeniz de suç değil mi?.. Kim yolladı sizi?!.. Kim dikti öğrencilerin önüne?!..”
Barikatın gerisinde, kızcağızlar… Heyetteyiz ya…
“Size serbest” diyorlar… El, kol sallaya sallaya giriyoruz…
Rektör denilen arazi olmuş… Dekan yemekteymiş… Yardımcısı kadın; “Bana bulaştırmayın!” demiş… Fakülte Genel Sekreteri, yalvarıyor: “Ben sıradan bir memurum!” diye..
Ortada suç var… Mesulü nerede?..
Kim dedi size;
“öğrencileri almayın” diye…
“Rektör dedi…”
“Rektör nerede?..”
“Gitti!..”
“Nereye?..”
“Söylemedi!..”
Bu arada… ülkücü öğrenciler geliyor… Celallenmişler… Polise yükleniyorlar… Biz “diyalogçu” pozlarında “Yapmayın” filan diyoruz…
Kızıyorlar: “Abi, baksana; Rektör’ü çevireceklerine kızcağızlarla uğraşanlara!.. Bak abi şunlara!..”
“Tamam da… Provokasyon olur” diyecek oluyoruz…
Yapıştırıyorlar: “Hep böyle olur zaten, eylemciler hep böyle susturulur!..”
Doğru… Ben yanlıştayım!.. Tutanaklar hazırlıyoruz… Avukatlar… Sağ olsunlar; en iyileri…
Akıl veriyorlar: “Şunu yapın, bunu yapmayın… Aman, bilmediğiniz kağıtlara imza atmayın!..”
Eyvallah!.. Bakıyoruz; ülkücüler hareketli…
“Durun; yeter artık” diyorlar!.. “Bacılarımız girecek içeri…” Görevliler birikiyor… Giriş tıkalı…
Ben, bir tutanak uzatıyorum Güvenlik Şefi’ne; “Hadi imzala!..” diyorum: “Başörtüsünü almadığınızın belgesi!..”
Korkuyor… üzerine gidiyorum… Omuzları ellerimin arasında; Kafa atmak istiyorum!.. Hayır, yanlış olur!... ülkücü gençler bin kat ateşli… Olay büyür… Adımız çıkar…
çıksın be!.. çıksın da… Orada, mağdureler var!..
Of of… Ben yanarken… Bir yükleniyor, ülkücü gençler... Kapı açılıyor…
Birkaç öğretim üyesi yetişip bağırıyor: “Burada resmen Anayasa suçu işlenmekte… Biz bu hukuksuzluğa alet olamayız!.. Giren girsin içeri!..”
üniversite güvenliği(!) çaresiz…
Utanç duvarı yıkılıyor… Gençler, mağdureler içeri giriyorlar…
Ders yok… Kantinde çay içiyorlar!..
Ben de içiyorum; gözyaşı tadında!..


Önceki ve Sonraki Yazılar
Serdar Arseven Arşivi