Ak Parti bu isme 'dur..' demelidir..
Gazetelerde okuduğum kadarıyla Kamu Yönetimi Reformu ilgili çalışmalar için Başbakanlık'ta bir komisyon kurulmuş..
Gerçi Akşam gazetesi dünkü manşetinde bu çalışmayı da kapsayan üç çalışmaya izafeten “Neler Oluyor?” başlığını uygun görmüş..
Tabii, bu “Neler Oluyor?” sorusu yerine “İhtilal olması için daha ne olsun ki..” diye bir başlık da atılabilirdi, buna da şükür!
Oysa anılan çalışma önemli bir reforma işaret etmektedir; önemlidir çünkü hantal devlet anlayışından teknik devlet anlayışına geçmek zorunlu hale gelmiştir.
Kamu yönetimi reformu kamuyu adam gibi yönetmek için tek başına kriter değildir elbette..
Bu reformla birlikte “kamuyu idare edenler”in de zihni altyapısının geliştirilmesi gerekmektedir.
Bazı bürokratlar kamuyu idare edeyim derken “işi idare etmeye” çalışmaktadır ki, bu durum başlı başına bir problem teşkil etmektedir.
Örneğin, Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik gibi, konusuna vakıf ve vakıf olduğu için de milli eğitime büyük reformlar kazandırmış bir bakanın İstanbul Milli Eğitim Müdürü olarak tayin ettiği Ata Özer'i hâlâ niçin orada tuttuğunu anlamakta zorluk çekiyorum.
Ata Özer, Şehremeni Lisesi'nde müdür olarak görev yaparken çok medyatik bir isimdi, lise müdürü olarak da fark edebildiğim kadarıyla başarılı bir isimdi.
Ancak İstanbul gibi devasa eğitim sorunları olan bir ilde il milli eğitim müdürlüğü görevini yürütmek için bürokratik bir nosyonun ve kişisel hasletlerin olması gerektiği açıktır.
Misal; tam gün eğitim yapan okullarda catering firmaları vasıtasıyla öğrencilere yemek satışı ve dağıtımının Ata Özer tarafından durdurulması Ata Özer'in yönetim zafiyetinin derecesini ortaya koyan bir turnusol kağıdıdır.
Üstelik “özrü kabahatinden büyük..” derler ya, bu engelleme işini tam da buna uygun bir gerekçeyle dillendirmişti.
Özer'in gerekçesi aynen şu: “ Bu yemek işinde ciddi bir rant var; okul müdürleri ve okul aile birlikleri bu ranttan kazanç sağlıyor..”
İki gün önce bu kez şöyle bir demeç verdi: “Okul kantinleri 100 kişinin elinde.. Üstelik kantinlerde satılan yiyecek ve içecekler çok pahalı.. Örneğin bir şişe su dışarıda 10-15 kuruş iken kantinlerde 50 kuruşa satılıyor..”
Şimdi BİR: Bu memleketin okullarında hırsızlık yapan okul müdürleri ve okul aile birlikleri var mıdır? Bu soruya “Yok..” diye cevap verene “yok ya!.” diye cevap vermek gerekiyor..
İKİ: “Okul kantinleri 100 kişinin elinde..” demek “Okul kantinleri mafyanın elindedir..” demektir..
ÜÇ: Ben bir şişe suyun “dışarıda” 10-15 kuruşa satıldığını görmedim, duymadım.. “Dışarıda..” derken orduevleri kastediliyorsa, tamam.. Ama orduevleri, adı üstünde “ev” olduğuna göre ve ev deyince aklımıza “içeri” geldiğine göre bu da olamaz..
DÖRT: Çocukların birkaç “kap” sağlıklı yemek yemek yerine kantinden sucuk, sosis, salam gibi donmuş gıdalardan beslenmesi “beslenme” midir?
BEŞ: İngiltere, Kanada, Ukrayna gibi ülkeler kantinlerde cips, kola, salam, sucuk gibi yiyecek ve içecekleri yasaklarken bizim kalkıp çocukları kantinlere yönlendirmeye çalışmamız “sağılıklı” bir durum mudur?
ALTI: Çocuklarımızın her gün “tost” yemesine zemin hazırlayan bir milli eğitim her sabah bu çocuklara “Türk'üm, doğruyum, çalışkanım..” diye nutuk attırınca başımız göğe mi ermiş oluyor?
YEDİ: Hırsız müdürler varsa, ki vardır, bu durumda denetim mekanizması mı işletilmesi gerekiyor yoksa tüm müdürleri töhmet altında tutup onların onurlarını ayaklar altına almak mı?
SEKİZ: Bu hükümetin atadığı ve Türkiye'nin gelmiş geçmiş en başarılı bürokratı olduğunu düşündüğüm TOKİ Başkanı Erdoğan Bayraktar kalkıp “Benimle iş yapan tüm müteahhitler hırsızdır..” deyip ihaleleri yasaklıyor mu?
DOKUZ: Bir il milli eğitim müdürü, herhangi bir okulda meydana gelen ve doğrulanmamış bir hadise karşısında kameraların önünde okul müdürü ya da ilçe milli eğitim müdürünü “haşlarsa” bürokratik mekanizmanın “çanına ot” tıkamış olmaz mı?
ON: Atatürk gençlere hitaben “Muhtaç olduğun kudret Muhtar Kent'in başında bulunduğu kolanın içindeki sitrik asitte mevcuttur..” diye bir söz mü söyledi?
Kaldı ki Atatürk'ün “Yurtta tost okulda tost” dediğini ise hiç sanmıyorum!