Anadolu’da bu ışıklar yandığı sürece
“Ciddi ve gayri ciddi gündemlere takılmadan yaşayamaz ve yazamaz mıyım” diye her seferinde kendime soruyor, sonra cevap veriyorum: “Yaşayabilir ve yazabilirim.” Ama olmuyor ve bir türlü beceremiyorum.
“Oysa esas olan; okuyucuları veya dinleyenleri, hep aynı meseleler etrafında döndürüp durdurmak yerine, farklı alanlarda daha değişik; bilgi, tecrübe, görgü, düşünce ve fikir bahçelerinde buluşturmaktır” diye düşünüyorum. Tabii kendi adıma.
Düşündüğümü yapmak için de seyahatlerde gördüğüm güzellikleri anlatmak, bilmediklerimi öğrenmek, öğrendiklerimi paylaşmak istiyor ve bu niyetle bilgisayarın başına geçtiğimde bir bakıyorum ki, gündemin akıntısına kapılıp gitmişim.
Dün öyle oldu mesela. Tam Sivas’tan yola çıkıp; gezilerimi il il, ilçe ilçe kaleme alacaktım ve hatta yukarıdaki başlığı da yazmıştım ki, köşenin sonuna geldiğimde bir de ne göreyim, gündemin içindeyim. İnşaallah bu hafta gezilerimi yazacağım.
Önce Devlet eski Bakanı Hasan Aksay’dan Cumartesi günü bizim Raif ustanın has bahçesindeki sohbette dinlediğim bir hatırayı paylaşayım. “Anadolu’da bu ışıklar yandığı sürece” başlığını yazdıran hikâyeden sonra Anadolu yollarına düşeyim.
Halen İzmir’de yaşayan ve Milli Nizam Partisi’nin ilk kurucularından olan ve o günlerin genç tıp talebesi, muhterem Prof. Dr. Saffet Solak ağabeyimiz, tıbbiyeyi bitirince ilk görev yeri olarak Konya’nın bir ilçesine tayin olur. Tayin olduğu yere, kara nakil vasıtası yoktur, bir tek tren gitmektedir.
Gideceği günün ilk ışıyan saatlerinde onun gideceği kasabadan geçecek olan trene biner. Tren hareket saatini bir hayli geçirdikten sonra usul yavaş Konya’ya doğru yol alır ve uzun ince bir yol misali, bütün istasyonlarda dura kalka, kimi zaman da yollarda nefeslenerek, gecenin sıfır birinde, Saffet ağabeyin gideceği kasabanın istasyonunda durur.
Mevsim kıştır, dışarı ayazdır. Konya’nın ayazı jilet gibidir, insanın nüfuz ettiği her yerini keser. Saffet Solak ağabeyimiz bir sağına, bir soluna, bir ileri, bir geriye bakar ve kendisinden başka görebileceği herhangi bir canlı emare yoktur.
Ölüm korkusu sarmasa da nerede kalacağı ve sabaha kadar bu soğukta ne yapacağı endişesiyle istasyondan dikkatli ve yavaş adımlarla karanlıkta insanın üstüne yürür gibi bir his veren kerpiç evlerin arasında ilerlemeye başlar. Köpek havlamaları burada insanların yaşadığına işaret olsa da başka bir canlıya rastlamaması iyice ürkütür Saffet Solak’ı.
“En iyisi sabah namazına kadar yürümeli ve donmanın önüne geçmeliyim, sabah namazında elbet bir cami açılır, hiç olmazsa orada ısınırım” düşüncesiyle kasabanın karanlık sokaklarını arşınlamaya devam eder. Bir müddet yürüdükten sonra yönünü tekrar istasyona doğru çevirir. Bir bakar ki, istasyona yakın bir gecekonduda ışık yanıyor. Daha önce neden görmediğine hayıflanır.
Bu sefer de; “Gecenin bu saatinde ışığı yanan bir evin kapısı çalınır mı çalınmaz mı” sorusuyla boğuşur ama ayakları da kapının dibindedir. “Nasıl olsa doktorum, kimse benden bir kötülük beklemez, durumu anlatırım, kabul ederlerse ederler, etmezlerse yine namazı beklemek üzere sokaklarda gezinirim” der ve kapıyı çalar.
Çalınan kapı, biraz sonra ihtiyar bir nine tarafından açılır. Nine kapıda gördüğü genç adamı tanımaz ama hemen içeri davet eder. “Donmuşsunuzdur bu saatte evladım, buyur içeri” diyerek büyük bir misafirperverlik gösterir ve hiçbir şey sormadan, önüne sıcak bir tas çorba, ardına bir yastık ve biraz sonra da yere bir yatak sererek; “Burada istirahat edebilirsiniz” der ve ihtiyar nine diğer odaya geçer.
Saffet Solak ağabey yeterince dinlendikten sonra yatıp uyumak için ev sahibesinden izin ister ve beklememesini söyler. Ev sahibesi de; “Siz yatın evladım, giderken sizi bırakan tren, belki geri dönerken sizin gibi başka birini daha bırakır. Onun da gideceği kapı yoktur. O tren dönüp gitmeden ben yatmayacağım, gelen olur diye bekleyeceğim” cevabını vererek, hayırlı geceler diler.
İşte Anadolu’nun hemen her yerinde böyle ışıklar yüzyıllardır yanıyor ve halen de yanmakta. Bu ışıklar kıyamete kadar sönmeyeceğine göre -ki, sönmeyecektir-, bu ışıklardan yararlanmayı bilmeli ve sahip çıkmalıyız.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.