Müstencenlik ve Vahapoğlu’nun haltı!
Yazar Ece Vahapoğlu’nun, kendisine yöneltilen bir soruya mukabil verdiği cevaba bakınız: “Bence en büyük sorun, harem-selâmlık yaşamdan kaynaklanıyor. Hormonların en deli çağında kıza erkek, erkeğe kız yasak. Ne yapsınlar? Homoseksüellik oranı artıyor.”1
Güya bu kanaate, konuştuğu psikologların anlattıklarından ulaşmış! Halt etmiş! Zira, ilmî veriler ve araştırmalar bunun tam tersini ortaya koyuyor. Batı’da alabildiğine açıklık, müstehcenlik ve serbestlik var. O nisbette de homoseksüellik, ensest ilişkiler var!2
Müstehcenlik, başta ferd olmak üzere, âile ve toplumu mahveden dehşetli bir kirlilik halini almış. Aslında müstehcenlik, açık-saçıklık insanların meşrû ve helâle karşı olan kuvve-i şeheviyelerini de kırar. Bunun dehşetli neticeleri, müstehcenliği tercih edenlerin hayatı incelendiğinde görülür. Müstehcenlik doyumsuzluğu getirir. Doyumsuzluk içinde kıvrananlar ise, cinsî sapmalara düşerler. AIDS gibi asrın vebası hastalıklar da herhalde bu gayr-i meşrû hayatın neticesi olsa gerek. Namus cinâyetleri, hırsızlık ve sâir kirliliklerde de müstehcenliğin rolü oldukça büyüktür. Açık-saçıklığın, kıskançlığı tahrik ettiği bir vâkıa. Bu tahriklerin neticesinde, ne gibi bir felâketin geleceğini hesaplayan bir âlet ise henüz icâd edilmemiş!
Örtünmenin fıtrî, yani tabiî bir ihtiyaç olduğunu vicdan tasdik ve teyid ediyor. Bilhassa kadınlar, “şehevî bakışlardan” rahatsız olduklarını her vesileyle açıklıyorlar. Ya bu psikolojik rahatsızlık, bir ömür boyu devam ederse, insanın duygularında ne gibi tahribatlar yapar? Sadece şunu söyleyebiliriz ki, erkekler, bayanları bakışlarıyla rahatsız ettikleri gibi, bayanlar da “nefret ve kin” oklarını erkeklere yöneltirler. Bunun da kadın-erkek münasebetlerinde olumsuz hisler uyandıracağı muhakkak. Duyulan bu tepkiyi feminizm hareketlerinde görmek mümkün.
Hollanda’da bir hastane, erkek hastaların ‘göz hapsine’ maruz kalmaları sebebiyle hemşirelerin pantolon giymelerini kararlaştırmış. Assen’deki hastanenin başhekimi Frits Korver, yaptığı açıklamada, kurum personelinin bu durumdan rahatsız olduklarını kendilerine bildirdiklerini söylemiş.
Kadının, yabancı, yâni mahrem erkeklerin bakışları altında müthiş bir sıkıntıya düştüğü hemen her vesileyle ifâde edilir. Aslında erkekler de aynı psikoloji içindedirler. Elbette kadın, erkeklerin şehevî ve hele nice ard niyet taşıdığı belli olmayan bakışlarından rahatsız olacaktır. Ve elbette, müstehcen bir kadın, erkeklerin nefsânî duygularını üzerine çekiyorsa, sıkıntıya düşme ihtimali yüksek olacaktır.
Batıda açık-saçıklık sebebiyle nice iğrençlikler de işleniyor. Devamlı müstehcen ortamda bulunan iki cins arasında gemlenemez kötü arzu ve isteklerin filizleneceği açık değil mi? Karşılıklı rızaya dayanarak veya zorla iğrenç fiiller işlemekten onları alıkoyacak nedir? Hapis korkusu mu? Sosyal baskı mı, serbest hayat düşüncesi mi, feminizm mi? Hangi ahlâkî değerler buna mâni olacaktır?
Gerek kültür, gerek iklim, gerekse “sınırsız hürriyet” anlayışı müstehcenlik ve sâir kötü alışkanlıklara karşı herhangi bir kayıt getirmiyor. Serseri mayınlar gibi ortalıkta dolaşan hevesâtın hangi hastalığı saçacağı, hangi hayata ne şekilde son vereceği belli değil. “Her şeyin bir bedeli vardır.” Avrupalılar, müstehcenliğin, gayr-i meşrû hayatın bedelini “cinsî sapmalar” şeklinde ve cezalarının bir kısmını peşin olarak görüyor. Ne yazık ki, kurtuluşuna vesile olacak hastaneyi yıkmaya, reçetesini yırtmaya, doktorunu kovmaya çabalıyor!
Dipnot:
1-Vatan / 25.10.2009.; 2-Milliyet, 20 Eylül 1992.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.