'Mağlubiyet kültürü' açılımı!
"Gol ofsayttı, hakemin başı yarıldı" filan gibi ayrıntıları geçiyorum; bir maç oynandı, ev sahibi kazandı. Kazanan sevindi, yenilen üzüldü. Rekabetin tabiatında vardır; galip mağlupla dalgasını geçecektir, hakkıdır; nitekim güzel espriler yapıldı.
Sineye çektik! Lâkin iş tadında kalmadı, birileri aşağılanmazsa, galiplerin yüreği yağ bağlamaz fikriyle lüzümsuz işler yapılıyor.
Fenerbahçe antrenmanında -hangi aklı evvelin icadı ise - sahaya dandik bir taht koymuşlar; Alex'in başına da kış kabağını andıran bir sarık!. "Sen bu âlemin padişahısın" demeye getiriyorlar herhalde. Etrafında öteki oyuncular düdük çalıyorlar, tabaklar içinde "ilah"a takdîmeler arzediyorlar!.. Anladık, neticede çocuktur bunlar, eğlenmek onların da hakkı diye gülüp geçeceğim fakat bir fotoğraf karesi daha. Futbolculardan biri (tanınmıyor) pâdişahının, pardon "mâbudunun" önünde alnını yere koymuş tahtı önünde secde ediyor. Etrafındakiler gülüyorlar. Garibim Alex, "Yahu bunlar ne kaçık adamlar, şu yaptıklarına bak" şaşkınlığında.
Kartaca'nın efsânevi lideri Anibal'e, maiyetindeki generallerden biri şöyle demiş bir gün, "Rakiplerini yeniyorsun ama kazanmayı bilmiyorsun!"
Fener, evinde Galatasaray'ı yeniyor, üstelik daha iyi futbol oynayarak yeniyor ama nedense kazanmayı bilmiyor; hayalhânesinden geçen en büyük fantezi unsuru, kötü bir orta mektep müsâmeresinin çapını aşamıyor işte. Ezeli rakibini yendin; onu ne kadar aşağılarsan, zaferinin kıymetini azaltmış olursun. Rakibinden saygıyla bahset; onu da onurlandır ki, kazanacağın zaferin bir değeri olsun! Nitekim hafta içinde Romen takımının oyuncuları rakiplerini maç sonunda alkışlama centilmenliğini gösterebildiler. Buna mukabil dünün gazeteleri, FB'li gazeteci takımının GS'lıları aşağılayan haberleriyle sıvalı.
Kimse kusura bakmasın, bizim futbol kültürümüzde kazanmanın sevinci, serseriyâne, hatta biyolojik hırslanışlarla üstünlük taslamak ve bunları argo lisanıyla dillendirmekten öteye gitmiyor. Takım ayırt etmiyorum; aynı lümpen taraftarlık edebiyatını GS forması giymiş adamlar da yapıyor, ötekiler de... Buna gazetecisi, yöneticisi de dahil üstelik.
Yenmek sportif başarının işaretidir; kazanmak ise sportif başarıdan fazlasını ister: Tecrübe, hoşgörü, empati, humor, kültür, uzak görüşlülük ve adamlık. Kötü oynayanlar da bazen galip gelebilir ama kazanmak tesadüflerin eseri değildir. Bir bardak tesadüfen yere düşüp cam kırıkları haline gelebilir kolayca; cam kırıklarının "tesâdüfen" bir araya gelip bardak oluverdiği görülmemiştir.
Mağlupları önünde secde ettirmeye zorlayan bir galibiyetin şerefli tarafı yok; mağluba bile onur kazandıran mücadelelerin bir mânâsı var. Açılımın ilk safhasında şahit olduğumuz tepkiler, kazananların şan ve şeref kazanması varsayımı üzerine kurulu beklentileri aksettiriyor; birlikte onur ve gurur kazanmamız gerekiyor halbuki. Birbirimizi ezerek, bitirirek, öteleyerek galebe edince kazanmış olmuyoruz, çok kötü kaybediyoruz.
Futbolcuya kamyonla para dökenler, taraftarın eğitimi ve mağlubiyet kültürü edinmesi için de emeğini esirgememeli. Galibiyet halinin kültüre filan ihtiyacı yoktur (bkz. müsâmere görüntüleri), halbuki yenilgiyi kabullenmek kemâl meselesidir. Hayat her zaman kazanmaya izin vermez; hepimiz irili ufaklı mağlubiyetlerin izleriyle hayatı sürdürmeye mecburuz. Mağlup olmanın öldürücü derecede utanç verici bir hâl olmadığını çocuklarımıza öğretmeliyiz. Yenenle yenilen beraber yaşamak zorundaysa futbolda da gerçek hayatta da abartmamak zorundayız.
Mağlubiyet kültürü bu demek işte!